FATMA ALİYE HANIM’IN MUSİKÎŞİNAS KADINI: BEDİA

  • FATMA ALİYE HANIM’IN MUSİKÎŞİNAS KADINI: BEDİA

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 15:19'de 11 Temmuz 2024

    FATMA ALİYE HANIM’IN MUSİKÎŞİNAS KADINI: BEDİA*

    Makale Yazarı: Âbide Doğan

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ocak / Mart 2018, 33. sayıda yayımlanmıştır.

    Fatma Aliye Hanım (1862-1936) Türk edebiyatının ilk kadın roman yazarı olarak edebiyat tarihimizdeki yerini almış mümtaz bir şahsiyettir. 19. yüzyılın ünlü devlet adamlarından Ahmet Cevdet Paşa’nın kızıdır. #AhmetCevdetPaşa bir devlet adamı olduğu kadar tarih, dil, din ve felsefe ile de ilgilenmiş bir kültür adamıdır. Kızını da iyi eğitmiş, teşvik etmiş, her türlü imkânı kendisine sunmuştur.

    Fatma Aliye Hanım, çalışma/okuma azmini babası ve Ahmet Mithat Efendi’nin yönlendirmeleriyle geliştirmiş; edebiyat, tarih ve felsefe alanında verdiği eserleriyle döneminde dikkat çekmiştir. Romanlarının merkezine kadınları yerleştirmiş, onları ilgilendiren konuları, özellikle #aşk, #ihanet ve sonu ihtirasla biten evlilikleri konu edinmiştir. Kadının çalışma hayatında yer alması, kendi parasını kazanması gerektiğinin altını çizmiştir. Ama bir şartla: İffetini koruyarak… Bu itibarla Fatma Aliye Hanım, kadın hareketinin öncüsü olarak görülür. #Udî romanındaki #Bedia karakteri de yazarın görüşleri doğrultusunda hareket eden bir kadındır.

    Roman 1897-98 yılları arasında #İkdam gazetesinde #tefrika edilmiş, bir yıl sonra da aynı gazetenin matbaasından kitap olarak çıkmış, Yrd. Doç. Dr. Şahika Karaca 2012 yılında kitabı Latin harflerine aktarmıştır.

    Udî Bedia

    Udî, musikişinas Bedia’nın hayatını anlatır. Kimdir Bedia? Nazmi Bey’in sevgili kızı, Şem’i Bey’in kız kardeşi, Mihriban’ın halası, Yüzbaşı Mail’in eşi. Bedia’nın babası Nazmi Bey musiki meraklısıdır, keman çalar, kızını ninnilerle ve kemanla uyutur. Hem şair hem de bestekârdır. Aslen İstanbullu olan Nazmi Bey zevk ve eğlenceye düşkünlüğü nedeniyle maddi sıkıntıya düşünce iyi bir memuriyete girer. Bazı geceleri dışarıda geçirir Nazmi Bey. Bu yüzden karısı üzgündür. Şem’i bu durumdan iki şekilde etkilenir: Birincisi annesini üzdüğünü görünce kendisi eşini üzmez, ikincisi babasına bu nedenle kızdığı için aralarına mesafe koyar. Ancak eşi lohusa iken ölünce o da babası gibi eğlence düşkünü olur.

    #NazmiBey kızını musiki konusunda eğitmek için elinden geleni yapar. Teorik bilgiler verirken #musiki tarihini de anlatır. Büyük müzisyenlerin musikiye hizmetlerinden bahseder. Makamlarla ve müzik aletleriyle ilgili teorik/ teknik bilgiler verir, birlikte #meşk ederler. Nazmi Bey musiki dışında resim ve ressamlar hakkında da bilgi verir kızına. On yaşında kanun çalmaya başlayan Bedia on üç yaşına gelince #kanunustası olur. Kemana da başlar, Yüzbaşı Mail ile evlendikten ve Mısır’a gittikten sonra udla tanışır.

    Bedia musiki konusunda oldukça eğitimlidir, ancak çalgıcı olarak tanınmak istemez. Sadece hatır için arkadaşlarına biraz saz çalar. Ailesi ve arkadaşları tarafından çok sevilir. Ağabeyi Şem’i ona nakışlı bir ut alır. Aslına bakılırsa Bedia’nın çok udu vardır ancak yine de uda doyamaz. Nazmi Bey ve Bedia bazı akşamlar meşk edip coşarlar. Kemanla udun seslerine karışan Bedia’nın hazin sedası mükemmel bir ahenk oluşturur.

    Nazmi işreti bırakınca yavaş yavaş kuvvetten düşer. Annesi telaşlanır. Bedia’yı acilen evlendirmek ister. Nazmi Bey kızının mürüvvetini görür. #YüzbaşıMail ile evlenen Bedia önce babasını, ardından da annesini kaybeder. Şem’i de kaymakam olup başka bir şehre giderken Bedia ile Mail ayrı bir eve çıkarlar. Ancak Mail de işrete başlar. Bedia yalnız gecelerinde uduna sarılır, bir yandan kendi ağlar, bir yandan udu inler. Yalnız ve mutsuz Bedia musikiden teselli arar ama eski tadı bulamaz. Bedia’nın mutsuzluğu Mail’in ihanetidir. Mail, onu 25 yaşındaki Musevi kızı #Helvila ile aldatır. Bu arada serveti de yavaş yavaş erir. Çünkü Mail, Bedia’nın bilezikleri dâhil birçok özel eşyasını Helvila’ya götürmüş, servetini onun uğruna harcamıştır. Yazar-anlatıcı Bedia’nın mutsuz günlerinde arkadaşı olan uduna düşkünlüğünü şu sözlerle anlatır:

    “Yalnızlıkta, sükûnetle bir mezarı andıran odasında, yatağında enis-i yegânesi uduydu. Onu çalmaya hâli olmadığı zamanlarda ‘Ah! Beni yalnız sen anlarsın! Benim için yalnız sen inlersin! Beni yalnız sen beklersin!’ diyerek onu okşardı. Haftada iki gün olan meşk günleri, yine ustası geliyordu. Çalamadığı, meşke mecal bulamadığı günler ustaya çaldırıp dinliyordu” (s. 89).

    Kendinde güç bulduğunda udunu çala çala baygın düşerek kendi bir yana, udu bir yana yıkılır. Zira Mail’i paylaşmak istemediği için hastalanmış, mendiline kan tükürmeye başlamıştır. Evi terk etmek ister. Mail ona mani olmaya çalışır. Bedia da onu ikna etmeye uğraşır. Sonunda Şem’i’ye telgraf çeker. Şem’i Rüstem ile bir at yollar, Bedia’yı yanına çağırır. Sonunda Bedia baskın çıkar. Evden ayrılırken beş uddan birini almak ister. Ama Mail engel olur.

    “Bedia, ‘Lakin Bey, istersen çamaşır bohçamı alıkoy da bunu yapma! Bilirsin ki ben udsuz bir hafta bile geçiremem!’
    ‘Ben de çabuk avdet etmekliğim için vermeyeceğim ya!’ Bedia’nın gözlerinden yaşlar boşanarak:
    ‘Bey! Bana bu zulmü etme, rica ederim.’ ‘Bedia, beyhude kendini yorma! Senin en ziyade sevdiğin şeyi burada alıkoymalıyım ki çabuk gelesin!’ ” (s. 97).

    Bu konuşmalar Bedia için udun önemini ortaya koyar. Mail de udu karısına karşı şantaj malzemesi olarak kullanır. Mail’in yakarışlarına aldırmayan Bedia, sonunda ağabeyine kavuşur. Şem’i onu iyileştirmek için sevdiği yiyecekleri getirir, ud buldurur. Musikî ziyafeti çeker kardeşine. Bilir ki Bedia için musiki gıdadır. Udunu hırkasının içine alır, ona bir sevgiliye hitap edilecek şekilde seslenir.

    Bedia bir yandan Mail’i sevdiği için, bir yandan da onun yaptıkları için ağlar. Aradan üç ay geçer. Bedia iyileşir, Mail’in yazdığı mektuplara cevap vermez. Mail Selanik’e tayin edildikten iki yıl sonra vefat eder. Bedia onun davet ettiği #Selanik’e değil de #İstanbul’a gitmeyi tercih eder. Sandığına da udunu da yerleştirerek yola çıkar. #Ud onun bir parçasıdır artık.

    Bedia İstanbul’a gitmeden önce #Beyrut’ta Helvila ile karşılaşır ve bir gerçeği öğrenir. Bu aynı zamanda Mail’den ayrılma hikâyesidir Helvila’nın. Mail ona vaktiyle Bedia’nın bir udunu hediye etmiş, Helvila onu çalarken “Bu güzel sesli ud kimin?” diye soranlara Bedia cevabını verecekken Mail üzerine hücum ederek kızın bileğini sıkmış, elinden alarak yere çarpmış, ayağı ile parça parça edip çiğnemiştir. Helvila ile ilişkisini bitiren de bu olay olmuştur. Helvila da bir delikanlı ile evlenmiş, kötü hayatından kurtulmuştur. Fatma Aliye Hanım çalışmak zorunda kalan iki kadının çalışma biçimlerini karşılaştırarak sonunda Helvila’yı da istediği noktaya getirmiştir: İffetini koruyarak çalışmak. Bu olay ayrıca Mail’in Bedia’ya olan sevgisinin samimi olduğunu da gösterir ancak sonuç hüsrandır.

    Bedia, Beyrut’tan İstanbul’a geldiğinde en ziyade dikkatini çeken şey buradaki müziğin hâl ve suretidir. Şam’da asla görmediği #nota meselesi nazar-ı dikkatini celb eder. Derhal üstatlardan ders almaya, notayla çalmaya başlar. İstanbul’da musikinin “pek derin bir ilim” olduğunu görür. Geçmiş zamanı boşa geçirdiğini düşünür. Bedia’ya göre #Arapmızrabı İstanbul’da yoktur. Hâlbuki o, bunu pek iyi bilir. Üstatlarla birlikte çalışır, bazıları birlikte beste yapmayı teklif eder. İstanbul’a geleli dört yıl olmuştur. #Yazaranlatıcı ona bu işten iyi para kazanabileceğini söyler. Çünkü İstanbul’da bir Arabî üstat bulmak zordur. Bedia bu eksikliği tamamlayabilir. Bedia önce bu fikir üzerinde durmaz. Çünkü o, çalgıcı gibi görülmek istemez. Ne zaman ki Şem’i vefat eder, kızı Mihriban ile kölesi Rüstem başına kalır, o zaman bu işi düşünmeye başlar zira parası yoktur. Kız hastadır, evde para kazanacak erkek de yoktur. İş başa düşer. Bedia #musikidersleri verir, öğrenci yetiştirir, bir yandan da meşklere gider, ev parası biriktirmeye çalışır. Çünkü oturdukları ev köhne ve kiradır. Bedia çok çalışmak zorundadır. Şarkılar besteler, peşrevler yapar. Sonunda kazandığı parayla büyük bir ev yaptırır. Sıra geçinebilmek için bir dükkân almaya gelir. Bu hayali de gerçekleşirse dinlenecek, udunu kendi keyfi için çalacaktır. Uduna sarılarak dertleşir:

    “Beni hiçbir zaman terk etmeyen, aguşumdan kaçmayan yâr u vefakârım! Enis-i canım! Dertlerimi dinleyen, kalbimi anlayan, sırdaşım! Bana daima refakat eden yoldaşım! Beni yalnız sen terk etmedin, benden yalnız sen geçmedin, bana hıyanet etmedin! Bir zaman badi-i telezzüz ve tezevvukum, eğlencem oldun, şimdi de medar-ı taayyuşüm, kasıb-ı namımsın! Benim yârim, benim cananım, benim erkeğim sensin!…” (s. 136).

    Bedia #Refet romanını okuduktan sonra kendi hikâyesini yazması için anlatıcı-yazara başvurur. Ona bazı bilgileri verir. Hikâye yazıldıkça kendisine okur. Hikâye bitti, mutlu sona ulaştı derken meğer bitmemiştir. Bedia hayatta mücadele etmiş, başarılı olmuş, her erkeğin yapamayacağı işleri yapmış, uduyla üç canı beslemiştir. Ancak vücudu bu kadar işe dayanamamış olacak ki bir gün hastalanır. Sağ tarafında bir ağrı hisseder. Doktorlar ud çalmasını yasaklar. Hâlbuki o, udsuz yaşayamaz. Bir gün yazara şöyle der:

    “Sittim! Ud benim daima sayıp döktüğüm gibi, nasıl arkadaşım, yârim, cananım, kasib-i namımsa daha başka bir şeyimdir. Ud benim hem de tahliskârımdır. Bu ud olmayaydı benim hâlim acaba ne olurdu? Bu sevmeye olan istidad-ı şedidimi nereye hasredebilirdim? Çılgıncasına sevdamı neye sarabilirdim? Bu uslanmaz, ihtiyarlanmaz gönlümü neyle oyalayabilirdim? Bu müteessir, mütehassis kalbin sevmeye olan ihtiyacını neyle tahfif edebilirdim?” (s. 139).

    Bedia ud çalamadığı zamanlarda ustasına çaldırıp dinler. O zaaf hâlinde daha müteessir olur. Artık yataktaki Bedia denilen cisimden haberi bile olmaz. Usta çaldıkça mest olur, güya yavaş yavaş yataktan yukarı kalkar, yükselir, Bu yükselişte derece derece yol alır. Artık odasını, yatağını, yatak içindeki Bedia’yı seyreyliyor gibi gelir. Artık o oda, o yatak o udu çalan ustayı kaybeder.

    Romanın bu kısmında Bedia’nın gözleri kapalı olduğu hâlde gördükleri gayet güzel bir şekilde tasvir edilir. Yazar-anlatıcı okuyucusunu bir masal atmosferine sokar. Yazar-anlatıcının anlatımındaki lezzeti daha içten hissetmek için aşağıdaki satırları okuyabiliriz:

    “Çimenlikler, çiçekler, aydınlık, kuşlar, terennümat-ı latifeyle ötüşüyor. Çağlayanlar pür-ahenk musikiyle çağlıyor. Onlar arasında #ut da çalıyor. Ama bu çalış, çağırış, söyleyiş gibi udu tahrik eden bir dest-i ahir yok. O kendi musiki söylüyor. Ah o uttaki ne şekil, ne suret, ne şeffafiyet! Billurdan mı, yekpare pırlantadan mı? Neden?

    Seda da ne #hazin, ne müesser, ne tatlı! Ne besteler, ne makamlar söylüyor. İşitmediği besteler, tanımadığı makamlar… Olanca dikkatiyle onları zihnine yerleştirmeye çalışıyor. Notasını yazabilmek için bellemeye uğraşıyor. İleride ağaçlar arasında güzel pek güzel bir kız keman çalıyor. Ama ne nağmeler ne besteler!… Bu #duhter elbisesi elmas gibi parlak, kendisi ona ‘gel’ diye işaret ediyor. Bir beste-i latifle ona ‘Gel bana ut ile refakat et,’ diye #teganni ediyor. Keman da onunla beraber o besteyi #terennüm ediyor. Bu davete icabet için udu almaya davranıyor. Uda yaklaştıkça ut çekiliyor. O yaklaştıkça, onu takip eyledikçe daima arada bir mesafe bulunuyor. Zira ut çekilmekte, ilerlemekte devam ediyor. Süratle uda saldırıyor. Tam elini değdireceği anda ut eriyor. Bir #seyyal gibi yayılıyor. Görünmez oluyor. Artık ne keman, ne onu çalan duhter, ne ut meydanda yok. Çalan, çağıran görülmüyor. Lakin nağmeler, beste, bir musiki, bir musiki hep musiki içinde kalıyor. Bu hâlde bir tartaklanma duyuyor. Bakıyor ki Mihriban’ın dest-i raşenaki onun kollarını ovuyor. Rüstem, her zamanki tavr-ı ihtiramıyla dizlerini ovuşturuyor. Baygınlık geldi diye korktuklarından onu ovuşturmaya başlamışlar. Bedia, gözlerini açtığında ‘Usta nerede? Niçin çalmıyor?’ diyor. ‘Ah, ne besteler, ne makamlar, hiç işitmediğim şeyler! Belleyebilsem ah! Mucid-i makam olacağım’ diye söyleniyordu” (s. 140-141).

    Bu satırlarda Bedia’nın ölüme yaklaştığını, hatta ölüm hâlini de hissetmek mümkün. Zira yazar, bir dostundan Bedia’nın vefat ettiğini öğrenir. Şam’dan İstanbul’a geçen bir ömür bu şekilde noktalanır.

    Fatma Aliye Hanım bu romanında udî bir kadının yaşamından kesitler sunarken eğlence âlemlerinde çalışan kadınların iffetini korumak şartıyla musikiden de para kazanabileceğini göstermiştir. Eğlence yerlerinde bedenini kullanarak para kazanan bu tip kadınları toplum “düşmüş kadın” olarak nitelendirir ancak Bedia farklıdır. O ne bir #Nauma, ne de kızı Helvila’dır. Saz meclislerinde şarkı söyleyen Nauma, sesi; Helvila da dansı ve bedeni ile eğlendirir erkekleri… Bedia’nın udu ise onların yaptıklarından daha #asil durur.

    Romanda aşk, evlilik ve ihanetin ardında daima musiki vardır. Roman Bedia’nın ud sevgisi ile ilmek ilmek örülmüştür. Musiki Bedia’nın hayatının anlamıdır. Önceleri zevk için çaldığı/ dinlediği ud, sonraları onun #kazançkapısı olur. Öyle ki hedeflerine onunla ulaşır.

    Udî, gerek konusu, gerekse iletileri bakımından okunması gereken ilginç bir roman.

    * Prof. Dr. , Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

    Kaynakça: Fatma Aliye Hanım, 2012, Udî, Haz. Yrd. Doç. Dr. Şahika Karaca, İstanbul: Kesit Yayınları

    #FatmaAliyeHanım #UdîBedia #musikisinas #TürkEdebitaı #ilkkadınromanyazarı #kadınhareketininöncüsü #iffet #iffetinikoruyarakçalışmak

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
FATMA ALİYE HANIM’IN MUSİKÎŞİNAS KADINI: BE…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi