Roman Kahramanları
ELA’NIN YÜRÜME ÇABASI
-
ELA’NIN YÜRÜME ÇABASI
ELA’NIN YÜRÜME ÇABASI*
Makale Yazarı: Figen Abacı
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Temmuz /Eylül 2017) 31. sayıda yayımlanmıştır.
İlkokul sıraları, Sidikli Erol, Aysel’e kızar ama önce Ela’ya dönüp “Canımın içi!” der, sonra da Aysel’e dönüp “Sen de komşunun piçi!” der… Ela’nın ardından koca sınıf yıl boyunca “#SidikliErol’un canının içi!” diye alay eder…
Ela toplumda “#canımıniçi” olmanın “#komşununpiçi” olmaktan niçin bunca önemli, alay edilesi olduğunu büyüyene kadar bir türlü anlayamaz ve “Ela, Ona her ‘#canım’ dendiğinde ‘piçleri’ düşünür ara sıra.”
Yürümek romanı, Ela’nın daha küçücük bir çocukken, toplumun cinsel söyleme yüklediği #alayedilesi anlamı görmesiyle başlamakta. Ela’nın yaşamı benzer durumlarla, yani bastırılmış cinselliğin kılık değiştirmiş biçimlerine tanıklıklarla geçer, toplumun dili doğal olan bir şeyleri saklamak için kullandıklarını çok erken yaşlarda öğrenir.
Elbette, Yürümek, Sevgi Soysal’ın yaşamı, #dörtyılyasaklı olması, #1970lerinTürkiyesi, sosyal sınıf farkları, dönemsel özellikleri gibi pek çok açıdan anlatılabilirdi. Ben yazımda Yürümek romanını, bir genç kızın cinsel kimlik savaşındaki dönüm noktalarını anlatması açısından ele almaya çalıştım.
Romanda, Ela’nın çocukluğundan orta yaşlarına kadar geçen süreçte, cinsel kimliğinin oluşumuna ait dönüm noktalarına tanıklık etmekteyiz. #Düşünen, #hisseden, soran, #sorgulayan Ela’nın gelişim ve değişim çabasının etrafında dönmekte roman. #Ankara, #İstanbul, #Tirebolu sokaklarında geçen romanın aslında Ela’dan başka bir ana karakteri daha vardır: #Memet. #Doğayıanlatan fragman tarzında bölümlerle Ela’nın yaşamından Memet’in yaşamına geçişler sağlanır. Memet’in de benzer süreçlerden geçerken yaşadıkları Ela’nın yaşamına paralel yoğunlukta anlatılır. Sona doğru diğer karakterlerden farkı kalmaz Memet’in. Memet ile Ela tanışana kadar okur için ikisi de aynı mesafededir. Daha sonra Memet’in düşündükleri ve hissettiklerini yazmayı bırakır Yazarımız; Memet’e artık Ela’nın hissettikleri, düşündükleri, yaşadıklarından ulaşırız. Yürümek Ela’nın romanıdır.
Sevgi Soysal romanında hem kız hem de erkekler açısından cinsel gelişimin özellikle ergenlik dönemindeki sancılı sürecini olağanüstü bir gözlem yeteneğiyle ve ironik bir dille anlatmıştır.
Utanç veren beden
Mahallenin kız ve erkek çocukları, çocuk olmanın cinsel yüksüzlüğüyle alabildiğine özgürce oynarken Ela’nın bir türlü anlam veremediği bir şeyler olmaya başlar. #Şükran artık oyunlara katılmamakta, duvarın üstüne oturup dudaklarını yalamakta, saçlarını savurmakta, mızmızlanmakta, belini sıkmakta, tuhaf kahkahalar atmaktadır. Erkeklerse O ne isterse onu yapmaktadır. Ela’nın her sözüne Şükran “#Çokayıp” diye terslenmektedir. Daha önce Şükran için ayıp olmayan artık ayıp olmuştur. #Büyümek, #gelişmek demek ayıp bir şeydir. Bir taraftan da adı ayıp olarak konulan alabildiğine sergilenmektedir. Söz ile uygulama birbirinin tersi gibidir. Ela’nın önüne yine kılık değiştirmiş cinsellik çıkmıştır. #Çocukolmak için çaba harcamaya gerek yoktur. Oysa cinsel farkların kendini gösterdiği ergenlikte, erkek ya da kadınlar grubundan sayılmak için çabadan öte savaş gerekir. Bedenin değişmesine ve gelişmesine karşın aynı hızda gidemeyen ruhsal değişim ve gelişimin güdük kalma korkusu, gelişen bedenden utanmayı da getirir; adeta beden ruha bol gelmektedir. Bütün çaba erkek ya da kadın olma savaşıdır, bedene oturma savaşıdır, ruha bol gelen beden çok utanç vericidir.
Ela, bütün insanlar gibi, ailesinin geleneklerine ve toplumun kurallarına doğar, aslında insan doğasının tabi olduğu yasaya. Çocuk dünyaya geldiğinde kendini soy zincirine ilişkin bir dolaşım içinde bulur. Psikanalist Elda Abrevaya “Öznenin bireyleşme süreci soy zinciri ilkeleri doğrultusunda gerçekleşir” diyor (“Psikanaliz ve Kadınlık”, Psikanaliz Yazıları, İlkbahar 2001, Bağlam). Kız çocuğunda kadınsılığın oluşumunun ve gelişiminin doğumdan ergenlik sonrası döneme kadar uzanan bir sürekliliği vardır.
Ela, #kamusalonay, yani #evlilik olmadan cinselliğin yaşanmasının hatta konuşulmasının yasak ve ayıp olduğu bir toplumda yaşadığını çabuk kavrar. Doğru denileni sorgulamaya başlar. Komşuları Şenel ile bedenlerinin uyanan bölgelerini keşfetme macerası bir yandan suçluluk uyandırırken diğer yandan heyecan yaratmaktadır. Ela’nın annesi, her şeyin doğrusunu bilir, O’na göre bunları yapmak “sokak kızı mı oldun” demektir; ama Şenel’in annesi her şeyin farkındadır ve yaptıkları umurunda değildir. Bütün çocuklar gibi, anneler tarafından konan yasakları dünyanın yasakları olduğunu sanan Ela için bu farkı görmek suçluluk duygularını anlamsızlaştırır. Bu toplumda evliliğe kadar yok sayılan cinsellik kendi doğasında kaçınılmaz bir şekilde gelişmektedir; bol giysilerle ve kambur yürüyüşle saklanan göğüsler gibi kapalı kapılar arkasında, dile gelmeden, suçluluk ve utanç yüküyle…
Doğada ise her şey ne kadar kolay ilerler, yüksüz ve doğal. Sevgi Soysal’ın doğa örnekleriyle araya girdiği fragmanlardan asmanın öyküsüyle bu gelişimin doğallığı dile gelmiştir, #asma kökü yamaca doğru gelişir, dallanır, genç sürgünler verir, çiçeklenir salkım salkım, erkek organlar, olgunlaşan çiçeğin külahını devirirler, tek dişi organ meyveye dönüşür, #salkımsalkım: “…insanlar, hayvanlar, ya da kuşlar bundan hoşlandılar. Çok doğaldı bu.”
Gidilemeyen genelev
Toplumda kız çocuğu için yasak olan erkek çocuğu için de yasaktır. Erkeğin cinsel kimlik savaşının bu toplumda sanılanın aksine hiç de kolay olmadığını Sevgi Soysal, Memet karakteri üzerinden #yazartarafsızlığı ile anlatmıştır. Memet’in bedeni de canlanmaktadır, tek bildiği erkek olmanın ilk yolunun genelevden geçtiğidir. Erkek çocuk için erkekliği, fallusu, gücü simgeleyen oyuncak silahını elinden alan, oyunlarda hep polis olan arkadaşı “et kafa” Rıfat’a genelevi görmüş gibi planını çizer. Plan anne ve babasının yatak odasıdır aslında, kapısına da işleten kadın olarak umumi tuvaletin para alan kadınını yerleştirmiştir; duyduğu ve bildikleri ile kurabildiği hayal bu kadardır. Bu derme çatma hayali yüzünden bile ailesinden dayak yemiş, ceza almıştır. Toplumda erkek cinselliğinin de doğal akışında ilerlemesine izin verilmemektedir. Memet, #Fener’de #yatılıokula giderken okul arkadaşlarına geneleve gittiğine dair yalan söylemeye devam eder; çünkü #genelevegitmek erkek olmanın tek kanıtı gibidir. Sonunda Tarlabaşı’nda geneleve giden Memet, giysilerine küçük gelen Memet, içeri girmeyi başarsa da çırılçıplak kalmanın korkusuyla, iki yutkunma arası süre içinde giyinip sokağa atar kendisini ve içinden geçirir: “Tam gelmek bir şeye!”.
Cinsel kimlik kazanım savaşında kadın, saklanılması gereken utanılacak bir şeye sahip çıkmanın, yani kadın olmaya sahip çıkmanın çelişkisiyle mücadele ederken erkek için de durum hiç kolay değildir; görünen bir #erkeklik organına sahip olmak işi daha da güçleştirir. Bu somut görüntü kıyası da beraberinde getirir, işe yarayıp yaramamasını da. “Tam gelmek bir şeye”, “Ya tam gelemezsem” korkusunu yanında taşır; erkek olma savaşı da oldukça kanlı geçer. Memet’in, her cinsellik hayalinde “#etkafa” Rıfat’la kıyasladığı aslında sahip olmadığı korkusunu yaşadığı fallustur.
Pencereden şarkılar söyleyen komşu #SerpilHanım’ın davetlerine bir türlü gidemeyen Memet sonunda bakar Serpil Hanım’ın kanepesinde, bakar Serpil Hanım kucağında, bakar yatak odasında, bakar her şey olabilirmiş; evine koşarak girerken annesine içinden seslenir: “Nuri’den tabancamı geri aldım anne!”
Sevgi Soysal, Memet’in erkek olmayı başarmasının coşkusunu durgun gölün canlanması üzerinden anlatır; karabatak göl üzerinde bir batar bir çıkar, sazlar titreşir, durgun göl canlanır…
Ela artık genç kızdır. #Büyükada’daki yalılarında, akrabaları Sabiha Hanım’ın zengin ve aklı başında bir kocayı nasıl bulacağına dair öğütlerini dinlerken yoksul #Rumoğlan #Aleko ile tepede öpüşmeyi ihmal etmez. Artık tek doğru olduğuna inanmadığından suçluluk da duymaz, yalnız öpüşmekle hamile kalınıp kalınamayacağına dair korku yaşar. Ela, Aleko ile hiçbir zaman yatmayacağını düşünür, çünkü Aleko yemek yerken ağzını şapırdatmaktadır. Ergenlik sonu elbette kadınsılığın gelişiminin bittiği nokta değildir; #ilkcinseldeneyim, #hamilelik, #anneolmak, doğurganlığın bitişi gibi önemli süreçler kadınsı kimliğin yeni deneyim alanlarıdır. Ela’da düşe kalka kadınsı kimliğini kazanma yolunda ilerlemektedir. Ela’nın deneyim yaşama cesareti vardır ama cinsel olanın utanılası, saklanılası bir şey olduğunu düşünen, yani kadınlığına ancak kuralların arkasında sahip çıkabilmiş bir annenin kızıdır. Kadın olmanın, fallusa sahip olamamanın eksiklik bilgisi kazılıdır belleğe. Tüm çabası bu geleneksel bakışın dışına çıkmak içindir.
#Üniversiteyıllarında Ela, koltuğunun altında içindeki boşluğu doldursun diye bir gün okuyacağı #Hegel’in ‘#TarihFelsefesi’ ile dolaşırken erkeklerin cinsellikle ilgili beklentilerini küçümseyerek karşılar. Erkek arkadaşı #Bülent Ela’ya bu konuyla ilgili kızdığı bir gün, tersi gibi davransa da aile kızı olduğunun ortaya çıkmasından korktuğunu söyler. Ela da gerçekten Hakkı ile evlenene kadar kimseyle birlikte olmaz. İlk cinsellik ve hayal kırıklığı, kendisine yeni yıkadığı arabasına bakar gibi bakan bir eş, ailesel gelenekler, gelmeler gitmeler. Anne olmak, bunca #kutsalanlam yüklenen doğumun umarsız hastane hademelerinin karşısında çekilen sancısı… Hakkı ile birlikte olmasını değerli görmeyen Ela’nın Bülent ile de birlikte olmada sakınca görmemesi, herkesin bunu öğrenmesi, #boşanma süreci… Memet ile postanede rastlantı sonucu karşılaşmalarına kadar Ela mutsuz ve sıkıcı hayatını sürdürür. Memet ile ilişkinin başında yaşanan uyum ve heyecan bir süre sonra yine tekrarlanan, sıkıcı mecburiyetlere dönmeye başlar.
Ela, #mutsuzluk döngüsünün çarkında dönüp durmaktadır. Oysa Ela “Sevişmek yoran, bıktıran değil, bir şeyleri değiştiren, oluşturan, geliştiren bir şey olmalı” diye düşünmektedir. Ama hiçbir ilişkisinde bunu yakalayamamıştır.
Sevgi Soysal da Ela ile ilgili şunları söylemektedir: “Seviyordum ‘yürümek’ sözcüğünü, ilerlemeyi, değişimi, durdurulamaz oluşumları, gözlemeyi… Her attığı adımı ilerleme sanan, bu nedenle biraz erken ve çabuk yorulan bir kadının, yanlışlara yanlış ad koya koya vardığı labirent içinde, duyduğu kaçınılmaz bunalımları, belirli ve sağlıklı kurallar içinde değişen doğayı, sağlam durumlar ortasındaki bireysel çırpınışların anlamsızlığını, o zamanlar bildiğim ve anlatmak istediğim daha birkaç şeyi sığdırmıştım bu kitaba, sığdırmak istemiştim.” (Feryal Saygılıgil; Evrensel Kültür)
Doğduğu andan itibaren kızın varlığını ve cinsiyetini tanıyan anne ve babanın bakışları sayesinde kadınsı narsisizmin temeli atılır. Melanie Klein ve Freud’a göre kadınsılığın oluşumunda en önemli adım birincil anne ile olan ilişkidir. Yani kadınlar erkekleri sevmeden önce ilk olarak annelerini severler. Anneyle birlikteliğin ilk ayları, ilk ilişki, ilişkiden de öte birbirinin uzantısı olma hali, sınırsız tümgüçlülüğün kaynağıdır. Büyümek anneden ayrımlaşmayı da getirir. #Ayrımlaşma birey olmanın koşuludur ama bedeli ağırdır, bütünlük imgesi kaybedilmiş, sahip olunan ilk nesne kaybedilmiştir; ‘Ben’ olabilmenin bedeli kayıpla başlar, artık insan eksiktir. Birinci nesneyi sadece yokluğu ile biliriz, #simgeleştirme dönemi öncesi olduğu için bellekte izi yoktur. Bu kayıp yani eksiklik arzunun da kaynağıdır. Ömür boyu eksiğin kışkırttığı arzunun peşinde koşar dururuz. Ela da adını koyamadığı bir eksiklikten söz eder, her ilişkisinde bulduğunu sandığı daha sonra tekrar bir boşluk olarak içine oturan bir eksiklik. Doğada, bitkiler ve hayvanlarda olmayan bir eksikliktir bu. Ela’nın doğada gördüğü, doğal olanda gördüğünü ilişkilerinde bulma çabası her seferinde hayal kırıklığı yaratır. Aranıp bulunamayan mutluluğun peşinde koşmak sadece Ela’nın sorunu değildir, insan olmanın temel sorunudur; o cennet anneyle ayrımlaşmada kaybedilmiştir, sadece kaybedilenin tetiklediği arzu kalmıştır insanın elinde. #EldaAbrevaya ilk ayrımlaşmayı Psikanaliz Yazıları dergisinin ‘Kadınlık’ sayısında şöyle anlatıyor: “Anneyle çocuğun bütünleşmesini engelleyen ensest yasağı her öznenin temelinde yatan bu arzu birincil bastırma düzeneği ile bastırılır. Dolayısıyla ilk nesnenin yitimi öznenin varlığına bir eksiklik zemini üzerinde yapılanmasına yol açar, benlikte öteki arasındaki ayrışımı olanaklı kılar. Nesnenin yitimine yol açan eksiklik aynı zamanda arzunun da devindirici gücünü sağlar.” Psikanalitik kurama göre her iki cins de anneden ayrımlaşana kadar aynı yasaya tabidir, henüz cinsiyet ayrımının olmadığı bir zaman dilimidir bu. Oysa #öidipaldönemde Freud’a göre penisin varlığı etrafında şekillenir cinsiyet, erkek için mücadele bu değerli olanı kaybetmemek için yasaya tabi olmak ve görünürde olanın karşılığı olan fallusun peşinden koşmak iken, kadın için daha karmaşık bir süreç başlar. Kadın için öidipal kompleks, kendinde olmadığını kabul ettiği fallusun sahibine, daha doğrusu fallusa sahip olduğu varsayılan erkeğe yönelmesiyle çözülür. Elda Abrevaya ise bu konuda farklı düşünmektedir: “Psikanalitik kuramın fallus üzerinde merkezileşmesi; bir söylem, pratik, etik ve kurum olarak ortaya çıkar. Psikanalitik söylemde değişiklikler yapmak, fallus merkezli öğretinin dayanağı olan mantığın yapısökümünü zorunlu kılar.” (Aynadan Ötekine; 2000; Bağlam Y.) . Yine Elda Abrevaya’ya göre kadınlığına yani vagina ve rahmine sahip çıkmış, kadın olmayı eksiklik olarak yaşamayan annenin kızı da kadınlığına gurur duyarak sahip çıkabilir. Toplumsal açıdan bakıldığında bunun çok da kolay olmadığı açıktır.
Ela’nın annesine göre bir kız çocuğunun cinsel merakı “sokak kızı” olma tehlikesi içermektedir. Ona da aktarılan budur. Ela’nın savaştığı geleneksel durum, cinsel kimliğine sahip çıkmasının önünde bir engel olarak duracaktır. Farklı doğrular öğrense de pek çok deneyim yaşasa da kadınlığına içselleştirilmiş bir barışıklıkla sahip çıkamayacaktır. Belki de bu nedenle hiçbir ilişkisinde aradığı mutluluğu bulamayacaktır; yanlış durumlara doğru adlar koymaya çalışırken doğru durumlara yanlış adlar koyacaktır; Ela bir türlü aşk öznesi olamayacaktır.
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.