Roman Kahramanları
El Greco’dan Kazantzakis’e: Gücünün Yetmediği Yere Git!
-
El Greco’dan Kazantzakis’e: Gücünün Yetmediği Yere Git!
El Greco’dan Kazantzakis’e: Gücünün Yetmediği Yere Git!
Makale Yazarı: Özge Lena
*Bu makale Roman Kahramanları (Nisan / Haziran 2018) 34. sayıda yayımlanmıştır.
“Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.”
Kazantzakis’in mezar taşı yazısıBir yazarın -Kazantzakis’in deyimiyle- kanıyla çizdiği kırmızı çizgilerden oluşan bir kitabı yazması, ruhunun tüm ıstıraplarını hiç saklamadan, apaçık ortaya koyması ne derece mümkündür? Bu yolculuk ya da hayatı boyunca Kazantzakis’e acı çektiren ve onu aşka getiren o kelime, “tırmanma” nerede başlar ve/veya biter? Peki ya aynı topraklardan bir ressamın yolculuğu, isyanı, mücadelesi ve yeteneği nereye kadar uzanır?
Giritli yazar Nikos Kazantzakis, kendisinden 342 yıl önce doğan ve “Dede” diye seslendiği Giritli ressam El Greco’ya mektuplar yazar ve bunun sebebini “aynı Girit toprağından yoğrulduk, yaşayan ya da yaşamış olan tüm mücadeleciler içinde beni en iyi o anlayabilir. Kendisi de taşların üzerinde aynı kırmızı izi bırakmadı mı?” diye açıklar, El Greco’ya Mektuplar (Can Yayınları, 3. Baskı, 2016. Çeviri: Ahmet Angın) kitabının giriş bölümünde. Bu doğrudur, çünkü her ikisi de sanatları için ömürlerinin sonuna dek mücadele etmişlerdir, her ikisi de haçını omuzlayıp kendi #Golgota’sına tırmanmıştır ve bunu yaparken ikisi de Girit’i terk etmiştir. El Greco, hiç şüphe yoktur ki Kazantzakis’in manevi dedesidir. İlk kez karşılaşmaları ise şöyle olur; Kazantzakis bir gece düşünde Kutsal Sina Dağı’nın tepesinde bulur kendini. Orada, elinde meşaleyle Tanrı’yı beklemektedir. Fakat gelen Tanrı değildir, hayır, ona yol göstermek için gelen El Greco’dur. İşte, beyaz sakalıyla ve kekik takılı saçlarıyla karşısındadır. “Sevgili Dede,” der Kazantzakis, “bana bir öğüt ver.” El Greco elini onun başının üzerine koyar ve “Gücünün yettiği yere kadar git oğlum…” der. Kazantzakis bu kez daha kuvvetle bağırır: “Dede, bana daha zor, daha önemli bir öğüt ver.” Ve bunu söyler söylemez El Greco gözden kaybolur, ardında dağın tepesinde asılı bir çığlık kalır. “Gücünün yetmediği yere git!” O geceden sonra Kazantzakis için Tanrı’nın yüzü artık El Greco’dur.
“Sana mücadelemi anlatacağım ki hafifleyeyim; erdemi, utancı, gerçeği üzerimden atacağım ki hafifleyeyim.” yazar sonrasında da. Bu mektuplar Kazantzakis için bir nevi arınmadır, El Greco’nun suretine bürünmüş olan Tanrı’ya adanmış bir günah çıkarma ve detaylı birer açıklamadır. Otobiyografik izleri ayan beyan ortada olan bu kitapta Kazantzakis, 500 küsur sayfa boyunca çocukluğundan başlayarak yaşlılığına dek olan biteni yazar, El Greco’ya, Tanrı’ya ve okurlarına yaşamının irili ufaklı gizlerini ve olaylarını bir bir anlatır. Ancak bu kitabın bir yaşamöyküsü olmadığını iddia eder yazar, bu mektuplarda “Giritli Bakışı” adını verdiği en üst noktaya varmak için yaptığı “tırmanma”yı anlatmakta olduğunu öne sürer ve bu tırmanışın dört basamağı vardır: #İsa, #Buda, #Lenin, #Odysseus.
Şahsi düzlemde, dünyaya ve edebiyata bakış açısını fazlaca eril bulduğum Kazantzakis’in (Örneğin, Syf. 22: Ejderler gibi yer, danalar gibi içer, savaşa girecekleri zaman kendilerini kadınlarla kirletmezlerdi. / Syf. 519: Gerçekten başlangıçta söz, eylemden önce Tanrı’nın oğlu, hem de biricik oğluydu; görünen ve görünmeyen dünyanın yaratıcısı sperm-söz. Vb. cümleler.) Giritli Bakışı dediği kavram ise özgürlük temelli ve yazarın anlatımıyla “umutsuz, korkusuz, aynı zamanda saygıyla; uçurumun kıyısında dimdik” bir yaşam sürmektir. Kazantzakis dedesi El Greco ile ikisinin bu aynı Giritli bakışından beslendiğini sıklıkla vurgular.
Ve kendisini çok yakın hissettiği El Greco’ya içinin derinini açar, ünlü resimlerinden biri üzerinden seslenerek yaralarını gösterir:
“Sen Toledo Manzarası’nı nasıl yarattın? Aynı şekilde benim ruhum da ağır, siyah bulutlarla ve çevresi sarı şimşeklerle çevrili…”
Bu iç döküşe yazarın üslubu üzerinden baktığımızda, Kazantzakis’in olaylara ve insanlara dramatik bir bakış açısı, metinlerinin akışının ve biçiminin dramatik bir ritmi olduğunu görürüz, yanı sıra dili de bulutlarla çevrili ruhuna benzer. Zaten kendisi de üslubunu şöyle tanımlar:
“Zincirleme çatışan kuvvetler, mücadele, kaybedilmiş bir dengenin peşine düşmek, hırs… Hepsi isyanla dolu! Ben yazdıklarıma dengeli bir biçim vermeye çalıştıkça, onlar çabucak çetin, dramatik bir tempo alıyorlardı.”
Bunun sebebini, iki dünya savaşına da şahit olmuş bir yazar olarak, bu savaşlarda hırpalanan çağını işaret ederek açıklar:
“Dramatik formlar, yaratıcı edebiyata zamanımızın ve ruhumuzun dizginsiz güçlerini yapıtın içinde yer alan kahramanlar haline sokarak onları yeniden düzenlemeyi mümkün kılar. İçinde doğduğum bu çok önemli çağa mümkün olabildiğince sadık kalmaya çalışıyor, çağın yoğunluğunu hissedebilmeyi deniyordum.”
Şimdi, Kazantzakis’in yazınının ışığını alıp El Greco’nun #maniyerist (#üslupçu) tarzına tutarsak şunu görürüz; El Greco’nun resimleri de dramatiktir; ışığın kuvvetlice vurduğu, renklerin koyulup yeşil, sarı, mor, kırmızı odaklı ve sınırlı bir paletten çıktığı, çoğunlukla din eksenli, deforme figürlerden oluşan kasvetli eserlerdir bunlar. El Greco, kasti olarak resimlerindeki figürleri dikine uzatır, trajik bir görüşe yerleştirir, tuhaf renkler, güçlü bir ışık kullanır, eserlerine uzamsal gerçekdışılığa sahip mistik ve anti natüralist bir hava verir ve tüm bunlar onu hem kendine özgü bir sanatçı hem de Rönesans sanatına karşı doğan #Maniyerizm akımının öncülerinden biri yapar. Velhasıl, Kazantzakis’in dramatize anlatısını, kasvetli tarzını, isyanını, mücadelesini, çatışan kuvvetlerini ve dengesini yakalayamadığı dramatik temposunu düşününce, bütün bunları kolay ve açık bir şekilde El Greco’nun üslubunda da ayırt edebildiğimizi görürüz.
En nihayetinde, kitap ve mektuplar boyu süren “tırmanma”nın sonucunda Kazantzakis’in yolu İspanya’ya, El Greco’nun çok sevdiği ve yıkılışına tanık olduğu kente, Toledo’ya varır. Orada El Greco’nun evine gider, içinden onunla konuşup durur. Günler boyu Toledo’nun daracık sokaklarını arşınlar ve “El Greco’nun geçişinden beri, üç yüz yıldan fazla bir zamandır süregelen, kükürt kokusunu” solur, ona şiirler yazar. Ve bir gece, uzun yıllar önceki gibi, yine düşünde, El Greco da içini açar ona, ilk karşılaşmalarını anımsatan şu cümleleri söyler:
“Bilesin diye en gizli sırlarımı açıklıyorum sana: Kafamda olanların hepsini bitirecek zamanı bulamazsam, mücadeleye sen devam et. Devam et, korkma ve Giritlinin Giritliye verdiği vahşi öğüdü unutma: Salıver gençliğini ve asla gözyaşı dökme ardından!”
Kazantzakis, Toledo’da uyuduğu bu gecede, dedesinin kente bir Giritlinin gelişinin kokusunu alıp mezarından kalktığını, düş haline gelip onu bulduğunu düşünür. “Elimden geleni yaptım Dede,” der son mektubun en sonunda, “seni utandırmamak için yapabileceğimden de fazlasını…” Böylece, Kazantzakis dedesinin öğüdünü tutmuş ve gücünün yetmediği yere kadar gitmiş olur. Ve şimdi yazar ölümünü beklemektedir, dedesinin yanına gideceği zamanı arzulamakta, kıyameti onunla birlikte görmeyi istemektedir.
#sayı34 #Girit #Toledo #tırmanma #NikosKazantzakis #Kazantzakis #ElGrecoyaMektuplar #AhmetAngın #GiritliBakışı #ElGreco #Teotokopulos #Kazancakis #NikosKazancakis #özgeLena
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.