Roman Kahramanları
EDEBİ KOCALIĞIN ÖLÜMSÜZ SPARTAKÜSÜ: KARISINA KÖLE, FAZIL KÂNİ BEY
-
EDEBİ KOCALIĞIN ÖLÜMSÜZ SPARTAKÜSÜ: KARISINA KÖLE, FAZIL KÂNİ BEY
EDEBİ KOCALIĞIN ÖLÜMSÜZ SPARTAKÜSÜ:
KARISINA KÖLE, FAZIL KÂNİ BEY*Makale Yazarı: Mahmut Şenol
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Ocak/Mart 2014) 17. sayıda yayımlanmıştır.
#Dostoyevski’nin #EbedîKoca adlı kısa romanında Pavel Pavloviç Trusotsky, dünyada olup olabilecek en kılıbık, aransa bulunamaz derecede saf kocalığın karikatürüdür. Türk tiyatrosunun salon komedisinde ustası, vefatından sonra yeri doldurulamadığından kolayca unutulamaz bir tiyatro adamı sayılması gereken #GazanferÖzcan’ın #şaşkınkoca rollerinde canlandırdığı, her zaman karısının emrine amade evli erkek karakteri, şıp diye #Trusostky’nin ruhuna uygun düşer. Trusotsky, birçok acı evlilik deneyimine karşın evlenmekten ısrarla vazgeçmeyen, her seferinde karıları tarafından parmakta oynatılan bir ezelî-ebedi kocadır.
Ref’î Cevat Ulunay’ın yeni baskısı çoktandır yapılmamış, ancak aranırsa sahaflarda kolayca bulunabilecek 1945 basımı Köle adlı romanında Fazıl Kâni Bey, uzaktan Trusotsky’e bir selam çakmaktadır. Lakin Fazıl Beyin karısından yana namus bakımından tapu senedi gibi sağlam bir güvencesi vardır, karısı Fazıl Beye deli divâne âşıktır, zenginliğine ateş pervanesi olmuş çevresinde dolaşan nice erkeğe yüz vermez.
#Mısır’ın şâşâlı #KralFuat zamanlarında elde edilmiş bir #uydurukprensesunvanı kuşanıp İstanbul’da fink atan dul Dilfikâr Hanımla evliliği ise Fazıl için bir #kölelik tasarımından başkası değildir. Fazıl, karısı tarafından aldatılan, genç âşıkların köşk kapısında cirit attığı bir hayatın zina yarası taşımakla kan kaybına uğramış zavallı kocası olmayacaktır. Lakin #içgüveyi girdiği #Boğaziçi’nin #denizdudağı yalısında hayata küs bir adam olup çıkacaktır. Onun roman kahramanlığını aktarmak için evvela hayat hikâyesinden kısa bir özet çıkarılması gerekir…
Osmanli Valilerinden #KâniPaşa‘nın genç yaşta karısı olan Nadire Hanım, kısa sürede kocasını Şam maymununa çevirip adamlıktan çıkarmıştır. Kâni Paşa, hanımına sadece her lafından sonra kalıplaşmış bir tekrarla, “Minasiptir, iyi ettiniz!” demekle yetinecek, onun her yaptığına kavuk sallayacak kadar ezik bir ruh hâliyle kocalığına devam edecektir. Nadire Hanım, bu evlilikten biri Fazıl, diğeri Kenan, ötekisi de kız çocuğu Samiye adlı üç evlat sahibi olur. Paşa evlatlarına doyamadan, kısa süre sonra hayata veda eder ve Nadire Hanım dul kalıp, vefatın ardından İstanbul’daki köşk taklidi bir eve taşınır, sosyeteye ayak uydurmaya çaba gösterir. Fakat vali paşa maaşıyla debdebesini sürdürmek olanağı yoktur, kızını zengin esnaftan bir aileye gelin verecektir ki böylece zadegân-zenginler arasına karışmaya çalışır…
Evdeki hesap çarşıya uymaz: “Düşmez kalkmaz bir Allah!” yahut “Zenginliğine güvenme bir kıvılcımdır, güzelliğine güvenme bir sivilcedir!” misali, iflas geçiren damat beyin babası her şeyini yitirince, Ahmet adlı damat içgüveysi olup süklüm püklüm köşke gelir; bir gırtlak artışı daha olur, Nadire Hanım sofrasında… Öte yandan, köşkün hükümdarı Nadire Hanıma dayanmak kolay şey değildir. Ortanca oğlu romanda bir görünmüş, sonra, “Madencilik tahsili yapmaya Avrupa’ya gidiyorum, beni unutun artık” diye kaçıp sırra kadem basmıştır. Kenan’ın, bir daha roman boyu hem adı geçmez, hem de onun kalktığı sofradaki sandalyeye damat bey oturur.
Kâni Paşa dulu Nadire Hanımın yönettiği #köşk her geçen gün iflasa sürüklenmekte, kapısında Ermeni, #Rumsarraflar, #Yahudifaizciler, eski eşya toplayıcıları, hasılı envaî çeşit akbabalar dolaşmaktadır. Tablo berbat durumdadır; üstelik Nadire Hanım halayıkları, cariyeleri, bahçıvan ve aşçısına da yol vermez, onlarla şöhretini sürdüreceğine inanmıştır bir kere…
Bu yıkılışı, biz, edebiyatımızda Melih Cevdet Anday’ın 1965 basımı #Aylaklar başlıklı romanından hatırlarız ki sadece bu sarsılmaz eser değil, Osmanlı aristokrat ailesinin yıkılışına dair hikâyelerden daha birçok başkası vardır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun #KiralıkKonak romanı ise bunların aliyyülalası sayılmalıdır. Osmanlı-Türk modernleşmesi sürecine eşlik eden aile yıkılışlarına ait ihanet romanları da çokçadır. Namık Kemal’in beş perdelik oyunu ve ondan uyarlanmış anlatısıyla, Âkif Bey’in ihanete uğramasından beri Türk edebiyatında evlilik faciasına dair yüzlerce eser ortalığı kaplamıştır.
Nadire Hanım’a dönersek, nâçar kalmış bu Osmanlı kadını, bir çıkış yolu aramaktayken Mısırlı dul prenses #DilfikârHanım‘ın namusundan kimseye tenzilat yapmadığını görmekle, oğlu Fazıl’ı nikâhına sokmak hilesini aklından geçirir. Sosyetedeki tanışları sayesinde Dilfikâr’a yanaşıp, allem kallem ederek, sonunda Fazıl’ı onunla tanıştıracaktır. Fazıl, o sıralarda yoksul bir memur ailesinin kızı olan Münire’ye tutkundur, annesini razı etse nikâhı basıp hemen eve getirecektir kızcağızı… İtalyan yazarı #VascoPratolini’nin sonradan sinemaya uyarlanmış, okumasına doyulmaz romanı #FakirÂşıklar’ı gibi, Fazıl bu fukara âşıklığın kapısından zorla dönecek, sevgilisini bırakıp annesinin köşkteki herkesi, ama başta kendisini kurtarmak üzere hazırladığı tasarıya uygun olarak Dilfikâr’a içgüveyi koca olmayı kabullenecektir. Bu kocalık kısa sürede köleliğe, hatta seks köleliğine dönüşür.
Dilfikâr, bu anlaşmalı evliliğin şartlarına uygun davranır. Ayda 3 bin İngiliz sterlin geliri olan yalısına genç ve yakışıklı kocasını taşımakla kalmaz, #kayınvaldesi #Nadire’ye yalının en güzel odasını verip donatır. Kâni Paşa ailesinin tüm borçlarını defterden silmek bir yana, işsiz güçsüz ve kırtıpil içgüveyi damadın elinden tutar, hasılı iyisinden bir velinimet kesilir. Bu ödemelerin karşılığında sadece Fazıl’ın erkekliğini her gece istemektedir. Her gece istenen erkekliğin de bir haddi hududu olur, çeşme olsa bu sarfiyata dayanamaz. Kısa süre sonra Köle Fazıl tekleyip tüklemeye, aksırıp tıksırmaya başlar. Bu baskılar altında kalıp bunalan Fazıl, binlerce kitap arasında o güne kadar süren yaşamına son vermek zorunda bulunduğunu görünce çileden çıkar. Onun için #entelektüelfaaliyet hayatın özüdür, ondan vazgeçerse her şeyden vazgeçmiş olacaktır. Romalı efendisine #köle olan #filozofEpictetus dahi, bacağının efendisi tarafından kırılmasına ses çıkartmayıp, köleyken kitaplarını yazmak iznini almış, akşamları odasına çekilip domuz yağından kandil ışığında bugün elimizde olan eserlerini vermemiş midir; vermiştir! Fakat Köle Fazıl’a bu dahi çok görülür. Zaten öteden beri annesi Nadire Hanım da, kocalarının kütüphanesinden yaka silken çaçaron kadınlar gibi, oğlunun kitaplarından şikâyetçidir, Dilfikâr’a yaranmak için anlatır:
“ Efendim, bu çocukla ne yapacağımı bilmiyorum. Çok şükür tahsilini bitirdi, fakat hâlâ kitaplardan başını alamıyor. Bu derece ilme merak edeni hiç ailemde görmedim. Avrupadan sandık sandık kitap getirtir. Odasını görseniz, Babıalideki kitapçı dükkânları gibi tavana kadar raf raf kitap doldu… Her vakit söylüyorum, oğlum bu kadar kitabı okumağa ömrün yetişmez!, diyorum.”(25)
Fazıl, yazılarını basan, makale ve günlük fıkralarını yayımlayan Bâbıali’deki gazeteden de ayrılmak mecburiyetindedir, zira “Fazıl Bey geliniz, geç oldu, yatınız, pijamanızı çıkarınız, işiniz bitti, kalkınız! Sabah tekrarını rica ederiz…” denildikçe Fazıl nöbet başına koşturacak, böylelikle kocalık vazifesini yapmak yükümlülüğü ona hemen her gece hatırlatılacaktır. Bu hâlde okuması, yazması, giderek düşünmesi dahi olanaksızlaşır, tamamen eblehleşir. Fazıl’ın arada bir yazı yazmasına müsaade edilse de onda yazacak akıl mı kalır! Ayrıca, bütün bu entelektüel faaliyetleri Prenses Dilfikâr Hanım tarafından denetleniyor, yazdıkları didik didik ediliyor, kitaplar ve dergiler, gazeteler zamanı ve yeri tayin edilirse kendisine takdim edilen bir hediye gibi uzağında tutuluyor olacaktır. Bu acı gerçek, okumak-yazmaköğrenmek merakındaki Fazıl’a ölümden beter gelir.
Biz burada, #EliasCanetti’nin #Körleşme romanındaki Profesör #PeterKien’i hatırlamadan edemeyiz. Canetti’nin kahramanı Kien kadar anti-kahraman değilse de Fazıl ondan geri kalmaz. Kien yirmi beş bin eserden oluşan kitaplık-evinde sırf kitaplarının tozunu alıyor diye kitap dostu zannettiği hizmetçisi Theresa’yla evlenip sonra karısından tekmeyi yiyerek nasıl sokaklara düştüyse, fakat aynısını yaşamayan aksine servet içinde yüzüp bu türden bir köleliğin farkına varan Fazıl, bununla beraber benzer tehditleri Dilfikâr’dan alacaktır.
Fazıl köleliğine itiraz etmeye kalkıştığı zamanlarda kocalık vazifesini aksatıp yatağa emirle girmediği, #jigolo görevlerini tamamlamadığı sıralarda Dilfikâr, örneğin, bir tartışma ardından “İstersem, mesela, delirdiğinizi iddia ederek sizi ömür boyu bir tımarhaneye kapatabilirim. Böyle bir hadisede bilhassa enişteniz ve annenizin bana arka olacaklarını siz de bilirsiniz… Yarın buradan çıkıp gitmek ısrarında olursanız kimse sizi cebren alıkoyamaz. Fakat bir iki saat sonra sırtınızda bir deli gömleğiyle buraya getirileceksiniz… Deli olmadığınızı ispat edemezsiniz, çünkü paranız yok, ama benim var!” (s.165) diye konuşmakta, bu sözleriyle Canetti’nin #zalimTheresa’sını anımsatmaktadır.
Ne var ki Theresa raddesine varmayacak bir tehdittir bu, arkası gelmez. Zira Fazıl köleliğinin farkındadır, k#öle olarak kalmaktansa hayatına kıyacak kadar kararlı bir adamdır. Fazıl hayatına son verirse Dilfikâr elde etmek için epeyi bir para savurduğu, elindeki yakışıklı, erkek güzeli, sağlıklı ve herkesin göz koyduğu bir delikanlı olan oyuncağını yitirmiş olur.
Tam bu sırada sahte prensesin kayınvaldeliği mertebesine ulaşmış bulunan Nadire Hanım vefat eder, #kölesatıcısı aradan çekilince hukuk bozulur; öküz öldü, ortaklık bitti misalidir… Uşaklarına kırbaçlatılmak tehdidi altında Dilfikâr’ın yatağına giren, şimşir yataktaki vazifesini büyük bir azim ve ısrar neticesi zar zor ve bu baskının altında tamamlayan Fazıl için çekilmez bir hayattır bu… Okurun Fazıl’a hem acıyası gelir, hem kızası: Bunca debdebe içinde, üstelik hem delikanlıya âşık ve hem de dünya güzellerinden birisi olan, yaşı geçkince Dilfikâr’a bu karşı çıkışı anlaşılır şey değildir. Onun yerinde olmak isteyen nice başka köle yok mudur sokaklarda!
Mustafa N.Özön’ün Osmanlıca Sözlüğü’nden öğrendiğimiz kadarıyla, “#gönlüyaralı” anlamına gelen ismiyle, #PrensesDilfikâr, yaptıklarının yanlışlığını zaman içinde anlayacaktır. Dilfikâr aslına bakarsanız Fazıl’a Mecnun misali âşıktır! Dilfikâr, Fazıl’dan başkasını göremiyecek, hatta “Merhum paşa kocasından ona kalmış tüm servetini ayaklar altına alacak” kadar aşk hasretindedir. Buna vesile olan şey ise Fazıl’ın #gazeteci dostları tarafından kendilerine yardım eli uzatılmadığına dair bir hınç ve mesleki kıskançlık neticesiyle hakkında yayımlanmış #asparagas haberlere dayalı, sahte gelişmeler olur. Güyâ Fazıl ve eşi Prenses Hanım, fakir fukaradan bin civarında çocuğu okutup yetiştirecek yatılı yurt inşaasına girişmişler, bu amaçla tüm servetlerini bu işe vakfetmişlerdir. Fazıl bu haberleri yalanlamaya çalışırken, birgün, eşi Dilfikâr mûnis, itaatkâr, saygılı ve dahası aşkını itiraf eden bir kadın olarak karşısına çıkar, ona tüm servetini basında bahsedilen hayalî çocuk yurdunu kurmaya ayırdığını söyler, Mısırlı merhum eşi paşadan miras kalma paranın fazlası onlara zarar vermiş olduğundan servetini sıfırlayıp kocası Fazıl’la eşit duruma geleceğini açıklar. Böylece aralarında beklediği aşka engel kalmayacak, Fazıl manialar ortadan kalkınca bu güzel kadına âşık olacaktır.
Bu büyük fedakârlığın karşısında Fazıl, aslında gizliden gizliye sevdiği ve kölesi olduğu eski efendisi bu kadına şimdi, bir büyük aşkla hemen bağlanır. Servetlerini yitiren karı koca ucuzundan trene binip Avrupa’ya gitmeye karar verecektir. Orada yeni bir hayat kurmak hazırlığı içindedirler… Herkese veda edip, #SirkeciGarı’ndan kalkan bir vagonlu katara biniverirler. Roman kahramanımız, şimdi, gerçek aşkı bulmuş, sevdiği kadınla maceralı hayata atılmak hazırlığında genç ve olgun bir erkektir. Karısına yataklı vagonda sarılırken, ona aşk kölesi olduğunu itiraf eder: “Bu kelimenin -köle- bana eski vaziyetimi hatırlatacağını mı zannediyorsun? İnsanlar için kölelik mukadder imiş. Ben yine senin kölenim. Fakat şimdiki köleliğimin ücretini dünya hazineleri ödiyemez!” ( s.299) Karı koca birbirlerine sarılır, #melodram bitiverir.
Selim İleri’nin Zaman gazetesinde yer alan “Takvimdeki Hatıralar” başlıklı yazısında sözünü ettiği gibi, dilde arılaşma-özleşmeye karşı bir muhalif yazar olan Ref’î Bey, Yeni Sabah ve Milliyet gazetelerinde ses getiren gazete fıkralarıyla tanınıyordu. Ref’î Cevat’ın #BâbıaliYokuşu’na dair izler barındıran satırları da, romanda, Türk basınının eleştirisi olarak okunabiliyor ve Fazıl bu eleştirinin içinde itilip kakılan, telif ücretini dahi alamıyan Türk yazarı kimliğiyle görülüyor. Fazıl’la röportaja gelen muhabirin söylenmedik lafları gerçek gibi yazıyor olmasından tutunuz, gazetelerin dedikodudan haber çıkartmasına kadar hemen her şey, dün ve bugün, basında yaşanılan şeylerin satirik eleştirisidir.Fazıl’ın durumu, iyi koca örneğinin zengin türünden bir çeşitlemesidir. Gazeteciliğimizin Ahmed Emin Yalman’ın anlattığı bir hikâyeye dayalı olarak, tarafımızdan yıllar evvel yazılmış bir gazete fıkrasını burada anmak gerekiyor. “Ne iyi kocalar var!” başlıklı o gazete yazısında, (1) Fred adlı Amerikalı ebedî bir kocanın birçok evlilik, nişan, sözlenme devrelerini geçirip her birinde fazlasıyla zarara uğramaklığına karşın evlenmek ısrarından vazgeçmediği anlatılmıştı.
Sonunda Fred, elinde avcunda ne varsa evlendiği yahut evleneceği kadınlara kaptırdıktan sonra birgün turnayı gözünden vuracak, hayatını sonlandıracağı kadına ulaşacaktır. İzmir’deki İngiltere Konsolosu’nun kızıyla hayatını birleştiren Fred’in hikâyesi, Fazıl’ın kendisini baştan hebâ edip sonra mutluluğa ulaştığı stoik bir hayat macerasından başkası değildir.
Fazıl’ın #romankahramanı olarak başından beri edilgen bırakıldığı hikâyesi, onun birden bire kitapları ve yazı dünyası söz konusu olunca şahlanıp haklarını aramaya kalkışmasıyla değişecek, Fazıl minderde son dakikada kündeden kurtulup lehine puan yazılan güreşçi durumuna dönüşecektir. Fazıl’ı köleliğinin hiçbir biçimi kitaplarından ayrılması, entelektüelizminden uzak kalması kadar rahatsız etmez, hatta yaşadığı nikbîn hayata katlanmaya tevekkül sahibi olarak hepsine rıza gösterir. Ancak kitaplarını sandıklara tıkıp çatı katına attıran Dilfikâr’a direnişi, gerekirse intiharı göze alışı kitaplara yönelik bu düşmanlıktan sonra başlar ki edebiyatımızda kitaplar bir yana dünya bir yana diyen Roman Kahramanları’na samimî bir gönderme-âtıf içerir.
Fazıl, bir nevî deve kuşu emniyetinde kalmayı hazmedecek kocalardan değildir, köleliğinin kitaplara dair kısmına el dokundurmaz, isyanını başlatır ve ebedî kocalığın #Spartaküs’ü olarak edebiyat tarihimize böylece geçip, başköşeye kurulur.
* Köle, Roman -Yayınevince Millî Roman diye takdim edilmiştir Ref’î Cevat Ulunay, Semih Lütfü Kitabevi, 1.Baskı -Bu yayınevinde- İstanbul, 1945, 299 sayfa.
(1) Ne iyi kocalar var!”, Mahmut Şenol, Açık Gazete-Londra, Gazete Kent-Bodrum http://www.acikgazete.com/yazarlar/ mahmut-senol/2009/11/28/ne-iyi-kocalar-var.htm?aid=32452
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.