Roman Kahramanları
Ebu Zeyd es Seruci: ÜÇKÂĞITÇI VE ŞAİR KARAKTER
-
Ebu Zeyd es Seruci: ÜÇKÂĞITÇI VE ŞAİR KARAKTER
DOĞU KLASİKLERİNDEN HARİRİ’NİN YAZDIĞI MAKAMAT ESERİNDE
ÜÇKÂĞITÇI VE ŞAİR KARAKTER: SERUCİ*Makale Yazarı: Emre İlkay Aytekin
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI (Nisan/Haziran 2014) 18. sayıda yayımlanmıştır.
Dini kullanarak geçimini sağlayan vaiz, bin bir suratlı bir oyuncu, vicdanları sömüren bir dilenci, şiirleriyle insanları büyüleyen bir şair ve çok daha fazlası olan bir karakter…
Her akarsuyun kıvrım kıvrım bükülerek taşı, kayayı yarıp kendisine bir yol edinerek denize ulaşma çabası vardır. Bu bakımdan diller, akarsulara benzer; onların denizi ise edebiyattır. Her dilin, büyük nehirleri vardır ve onlara ulaşma çabasında olan küçük dereler, çaylar…
Arap dilinin büyük bir nehridir, Hariri. Asıl ismi Muhammed ibn Osman’dır fakat #ipekçilikle uğraştığı için bu mahlası kullanmaktadır. İnsanlar, isimleriyle müsemma derler ya, Hariri de mahlası ile müsemmadır. Her sözcüğü ipek ipliği hassasiyetiyle ele alır, işler, dokur ve saf ipekten eserler ortaya koyar.
Zengin bir ailenin çocuğu olmak, onun ilgi alanlarında derinleşeceği dersleri devrin en iyi hocalarından almasına yardım eder. Sarf, nahiv, aruz, kafiye, edebi sanatlar ve şiir dersleri alır. Zekâsının elverişli ve hafıza kapasitesinin yüksekliği sayesinde aldığı her dersin hakkını eserlerinde verir. Devrin ilim merkezlerinden #Bağdat’ta eğitimini tamamladıktan sonra doğup büyüdüğü #Basra’ya döner. Haberleşme dairesinde amirlik yaparken bir taraftan da ticaretle uğraşır. Geniş hurma bahçelerinin sahibi olarak, #hurmaticareti ile büyük servet edinir.
Bütün bunlar, onu tatmin edemez zira o bu dünyaya edebiyatçı olmak için geldiğine inanır. Sadece kâğıdın ve kalemin ona gerçek mutluluğu verdiğine kanaat getirir.
Kelime işçiliğine başladığında bu alanda kendisini bulur. Bu hazzın coşkunluğu ile yazdıkça yazar ve artık zamanının neredeyse tamamını sadece edebiyata adar. Bir zaman sonra edebiyatta öylesine ilerler ki, yazdıklarını okuyanlar bunları onun yazdığına inanmaz. İleri dönemlerinin bir okuru Basra’ya gelerek kendisiyle tanışmak ister. Karşısında oldukça kısa boylu, çirkin ve sakalları yolunmuş birisini görünce, böylesine güzel yazıları, bu çirkin adamın yazamayacağını söyler.
Yeteneğinin yanı sıra üstün zekâsının da yardımıyla kelimelerle adeta oyuncak gibi oynar. Kurallar zengini bir dil olan Arapçanın kaideleriyle alay edecek kadar bu dilin tüm kurallarını çok iyi bilir.
Hariri, 1102-1111 yılları arasında Makamat’ı yazdıktan sonra Arap edebiyatında bir akımı da kendiliğinden başlatmıştır. Çağdaşı ve kendisinden sonra gelen birçok yazar Makamat’ı esas ve örnek alarak onlarca eser vermişlerdir. Kelime oyunlarındaki hünerinden dolayı geniş avam kitlelerinin dikkatini çekmiştir ve beğenilerini toplar.
Bu eserlerinden sonra anlamın ikinci plana atıldığına dair eleştiri okları Hariri’ye çevrilmiştir. Dönemin ünlü edebiyatçılarından #AbdülkahirCürcani, sırf Hariri’den kaynaklanan bu edebi akımı eleştirmek için kapsamlı bir eser yazmıştır.
Edebiyat hırsızı olarak yargılanan Hariri,
Sakalını yolmadan yazamazdıBasra’da Makamat’ın kırk bölümünü yazan Hariri, eserini alır ve heyecanla Bağdat’ın yolunu tutar. Amacı Bağdat’ın en büyük edebiyat meclisine eserini sunmaktır.
Kitabının henüz önsözünü okuyup ilk bölümlere girmiştir ki, hiç beklemediği bir tavırla karşılaşır. Meclisteki edebiyatçılar, bu yazılan ihtişamlı sözlerin karşılarında duran Hariri’ye ait olmayacağını iddia ederler. #Endülüs, o dönemin kültür ve sanat merkezidir ve yazılanların Endülüslü bir edebiyatçı tarafından yazılmış olduğunu; Hariri’nin bunları ondan çaldığını söylerler. Hariri büyük bir yazar ve şair ilan edilme hayaliyle geldiği Bağdat’ta #edebiyathırsızı ilan edilir. Tartışma o kadar büyür ki, Abbasi halifelerinden Müsterşid’in veziri Nuşirevân b. Halid tarafından duruma el konulur. Vezirin şartı bellidir.
“Mademki, bütün bu yazılanların sana ait olduğunu iddia ediyorsun; o zaman gözümüzün önünde bu kırk hikâye değerinde bir tane daha hikâye yaz görelim!”
Hariri, kendisini aşağılayan kibirli insanların devirici bakışları altında tek cümle dahi kuramaz. Bu donukluk halinin temel sebebi aslında farklıdır. Hariri, kalemi eline alarak yazı yazacağı zaman istem dışı bir hareketle sakalından teller yolmaktadır. Bulunduğu baskıcı ortamda bunu yapamadığı için tek cümle yazamaz.
Hakaretlerin ağır yükünü sırtlayıp beli bükülerek Basra’ya dönmüştür. Burada kırk hikâyelik eserinin üzerine on tane daha hikâye yazmış ve ünü hiç ummadığı kadar artmıştır. #Sakalınıyolma davranışı burada da başına bela olmuştur. #BasraValisi, Hariri’ye ayrı bir değer vermiş ve bütün kültürel ortamlarda yanında olmasını istemiştir. Her gün biraz daha yolunan sakalı Vali’nin göz zevkini bozduğundan bir gün Hariri’yi ciddi bir halde azarlamış ve bir daha sakalının yolunduğunu gördüğü takdirde ağır bir ceza vereceğini kalabalığın içinde söylemiştir. Hariri, bunun üzerine ağır bir bunalıma girmiş en sonunda dayanamayıp Basra’ya uzakta bir kuytu yere çekilerek Basra Valisi adına bir #kaside yazmıştır. Valiye kasideyi götüren elçi, valinin şiiri çok beğendiğini ve kendisinden ne dilerse dilesin yapacağını bildirmiştir. Bunun karşılığında Hariri, “Sadece sakalımı yolma özgürlüğümü geri istiyorum!” diye karşılık vermiştir.
Eserin Temel Taşları
Birbirine Zıt Özelliklerde İki Şair KarakterHer eser, yazarının kişiliğinden, dünya görüşünden ve bulunduğu zamanın özelliklerinden örülü bir yağı sergiler.
Sosyal hayattaki aksaklıkları çok iyi gözlemleyen Hariri, #ahlakiöğütlervermek üzere kaleme aldığı eserinde birbirine zıt kişilikte #ikişairkarakter ile mesajını verir, hicvini yapar.
Bu karakterler elli hikâyenin ellisinde de farklı bir mekânda farklı bir teatral düzende karşılaştırılır. Karşılaştıkları şehrin ismi aynı zamanda hikâyeye de başlık olur. Eserin tamamına bakıldığında eserin aslında bir roman bütünlüğünden eksik pek bir şeyinin olmadığı göze çarpar.
Kendisini, “Hep daha iyi sözün peşine düşmüş, sihirli sözler yazan bir söz üstadıyım” diye tanıtan Hariri, eserinde karakterlerini her zaman daha iyi sözü söyletmek üzere merak uyandıran maceradan maceraya sürükler.
Bir Şiire Bir Altın…
Güzel Sözün Peşine Düşmüş İki Şair Karakter…Makamat’ın iki karakteri de şiirin büyülü dünyasında yer edinmeye çalışan söz ustalarıdır. Ebu Zeyd es Seruci, gittiği her yerde şiirleriyle herkesi kendisine hayran bırakan bir şairdir. Eser, Seruci’nin maceralarının anlatıldığı kurgusal bir örgüye sahiptir.
Seruci’nin maceralarını anlatan Haris b. #Hemmam, dünyayı dolaşan bir bilgedir. Seruci’nin şiirlerine hayrandır ve onunkiler kadar derin şiirler yazmanın peşindedir.
Seruci, bulunduğu ortama ve durumlara uygun olarak şiirlerini yazar. Amacı şiirleri vasıtasıyla insanları etkileyip para toplamaktır. Mesela, eserin üçüncü bölümünde Haris b. Hemmmam, Seruci’yle karşılaşıp onun şiirlerini dinlediğinde hayranlığı artar ve onun şairliğini denemek üzere bir teklifte bulunur. Altını öven bir şiir yazıp okuduğunda kendisine bir altın vereceğini söyler. Seruci, biraz uğraştıktan sonra aşağıdaki şiiri okur.
“Koyu sarılığı ile yürekler oynatan o sarı dilber,
Ne kadar kerem sahibidir!
O kâinatı gezer dolaşır,
Fakat bize dönüşü bu sefer uzadı.
Onun hakkında neler söylenmemiştir,
Neler işitilmemiştir.
İhtiyaçlar ancak onun sayesinde giderilir
Onun yüzüne herkes âşıktır.
Sanki o, kalplerden dökülmüş bir parçadır.
Onu elde eden kâinata meydan okur.
O sırasında ne güzel bir iş bitirici,
Ne güzel bir yardımcıdır!
O, bir nimettir ki
Eğer korkmasaydım ona tanrı derdim.”Hemmam, bu şiiri beğenir ve vaat ettiği bir altını verir. Hariri, burada bir şiire bedel olarak bir altın biçmesi aynı zamanda sözün değerine karşı eserinde kurduğu teraziyi okuyucuya gösterir.
Hemmam, altını verdikten sonra Seruci’yi bırakmaz ve tam tersine şimdi de altını hicveden bir şiir yazmasını ister ve yine bir altın vaat eder. Seruci, bu tekliften hoşnut olur biraz düşündükten sonra aşağıdaki şiiri yazar, okur.
“Kahrolsun o, sahibine bile oyun eden vefasız,
İkiyüzlü sarı münafık!
Kendisine bakana iki şekilde görünür:
Eğer o olmasaydı, hırsızın eli kesilmez
Ve hiçbir zalimden şikâyet edilmezdi.
Ve hiçbir borçlu borcunu ödeyemediği için sızlanmazdı.
Altın, doğru sözlü bir insan gibi dile gelerek der ki:
Benden uzaklaş! Vuslat bekleme!”Şiirini okuduktan sonra Hemmam’a dönerek, “Er olan kişi sözünü yerine getirir. Yağmur yüklü bulut, gürleyince yağdırır.” der. Hemmam, söz verdiği üzere Ebu Zeyd Seruci’ye bir altın daha verir.
#Üçkağıtçı Şair Bir Karakter; Ebu Zeyd b. Seruci
Makamat’ta maceraları anlatılan Ebu Zeyd b. Seruci, su katılmamış bir üçkâğıtçıdır. Girdiği ortamlarda öyle güzel şiirler okur, öyle güzel nasihatlerde bulunur ki, dinleyiciler hayranlık içerisinde onu dinleyerek kendilerinden geçerler ve ellerinde ne var ne yoksa ona vermek isterler.
Seruci, başta dilencilik olmak üzere eser boyunca kılıktan kılığa girer. Binbir suratlı bir karakter olarak her defasında değişmeyen bir özelliği sergiler; şairliği… Bu özellik de onu sevimli bir üçkâğıtçı kimliğine bürür.
Hemmam, Seruci’nin şiirlerine hayran olsa da onun kişiliğini kesinlikle beğenmez. Onun düzenbazlığını her fırsatta eleştirir. Seruci, ahlak boyasını ince ince kullanarak ortaya şaheserler çıkartan bir mısra mimarıdır fakat onun şiirlerindeki ahlaki değerler, sadece boyadan ibarettir ve ilk yağmurda akıp giderler.
Seruci karakterine mercekle bakacak olursak, eserden alınan şu örnekle onun karakterindeki birçok detayı daha iyi görebiliriz.
“…Bu gözyaşları dökmenin sebebini öğrenmek için, hemen topluluğun arasına girdim. Cemaatin ortasında, üzerinde seyahat elbisesi bulunan, ince yapılı bir şahıs duruyor. Yaslılar gibi ağlıyor ve söz cevherlerini secili (uyaklı) olarak döküyordu. Dokunaklı vaazı ile kulakları çınlatmakta idi. Etrafını her tabakadan bir halk kütlesi çevirmiş, onu halenin ayı, yaprağın tomurcuğu sarması gibi sarmışlardı.
Sana şahdamarından daha yakın olan Allah’ından saklanıyorsun; oysaki o seni apaçık olarak görüyor. Zannediyor musun ki, ölümün yaklaşınca durumun sana fayda verecek? Zannediyor musun ki, yaptıklarının cezasını göreceğin zaman, malın mülkün seni kurtaracak?Bir gün gelip de sen ölmeyecek misin? Ahiret için ne hazırladın? Mezara gireceksin! Suallere ne cevap vereceksin? Allah’ın huzuruna çıkacaksın! Yardımcın kim olacak? Ölüm sana kendini hatırlattı, fakat sen onu unutmaya çalıştın. Başkalarına yardım etme imkânı varken, etmedin. Parayı hak yoluna vermez de saklarsın. Onları iyilik yolunda harcamaz köşkler kurarsın. Sana doğru yolu gösterenden yan çizer de, kör boğazını düşünürsün. Sevap kazanmaya bakmaz da, şık elbiseler giymeye can atarsın. Geniş yemek sahanları, sana din kitaplarından daha cazibeli görünür. Başkalarına emrettiğin bir şeyi sen yapar da öteye bile geçersin! Başkalarına “zulüm yapmayın” der, sonra da kendin yapmaya başlarsın.”
Vaiz sözlerini bitirdiğinde, çevresinde toplanan insanlar ondan fazlasıyla etkilenmiştir. “Herkes elini cebine atıp –bahşiş olarak- gönlünden ne koptu ise” vaize vermeye başar. Haris İbni Hemmam bu ilginç vaizi izlemeye koyulur. Vaiz gizlice bir mağaraya girer. Hemmam da peşinden içeriye dalar. Biri de ne görsün! Vaiz içerde bir içki sofrası kurmuş, çömeziyle âlem yapmaktadır. Orada çömezinden öğrenir vaizin kim olduğunu.
Bu, ediplerin baş tacı ve gariplerin feyiz ve teselli kaynağı olan Ebu Zeydinissurcî’ yani Surici’dir.”
Dini değerleri çok iyi kullanarak insanların vicdani ayarları ile oynayıp para kazanmaktadır. Halk arasında birçok kişi onu bir din ulusu olarak görmektedir. Elindeki avucundakini ona vererek günahlarından kurtulacağına inanmaktadır.
Seruci, insanlara ahlaki vaazlar vererek elde ettiği paraları dansözlerin oynatıldığı meyhanelerde afiyetle yemektedir.
Seruci, bütün dinlerde, dini kullanarak insanları sömüren bir karakteri sembolize etmektedir. Evrensel bir yaranın ismidir Seruci. Hariri tarafından bütün detayları inceden inceye örülerek eserde vücut bulan Seruci, sosyal hayatın bir tehdididir. Hariri, bu tehdide söz ustalığından dolayı sempatik bir kaftan giydirmiştir.
Seruci, dini kullanarak insanları dolandırırken söylediği birbirinden güzel sözler ve nasihatler ister istemez okuyucuyu da etkilemektedir. Hariri’in eserinde bu nasihatleri veren karakter olarak Seruci’yi tercih etmesi de ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur.
Seruci’nin malzemesi hayatın kendisi ve kanlı canlı insanlar olduğu için malzemesini çok iyi tanır. Bulunduğu şehir halkının hassasiyetlerine uygun rollere bürünür. Zenginlerin meclisinde farklı bir kişiliktedir; çarşıda, pazarda vaaz verip dilenirken çok ayrı bir kişiliktedir.
Hariri’nin bin yıl önce yarattığı Ebu Zeydinissurcî karakteri, bugün dahi dünyanın birçok yerinde görmemiz mümkündür. Bir bin yıl sonra da görmeyeceğimizi iddia edemeyiz. Usta şairliğini bir tarafa bırakacak olursak, dini sağlam bir araç yaparak insanları maddi ve manevi sömüren kişilerin ortak kimyasıdır, Seruci.
Söz sanatlarında kimse onunla âşık atamaz. Bir hikâyede halktan birisi ona der ki, “Bir âlem adamsın sen ya! Sende bu #belagat, bu #fesahat varken boşuna ne diye sürünürsün! Sultanın sarayına gitsen, bu ustalığını görür görmez seni hemen kendine baş vezir yapar.”
Ebu Zeyd ibni Seruci, “Sultanın sarayında zengin bir köle olmaktansa; sadece günlük nafakası için çalışan fakir bir üçkâğıtçı olmak, bin kat daha iyidir.” der. Bu özelliklerinden dolayı da sevimlilik maskesi eser boyunca yüzünden düşmez.
Hariri, Makamat’ı yazdıktan sonra Seruci karakterinin şiirleri ve yaptığı enteresanlıklar toplumda büyük bir ilgi uyandırarak hızla yayılır. Geniş halk kitleleri tarafından yüzyıllarca okunarak #DoğuKlasikleri arasındaki sağlam yerini alır.
Albertus Schultens tarafından üç makâmesi Latince açıklamalarla basılan eseri (Leiden l731) Caussinde Perce-valtam metin olarak yayımlamış (Paris 1819), lk ciddi çevirisi ise dil bilimi araştırmacısı Silvestre de Sacy tarafından yapılmıştır (Paris 1822). M. Reinaudve Joseph Naphtali Derenbourg bu baskıyı notlarla yeniden yayımlamışlardır. [125] Eser Francis Joseph Steingass tarafından İngilizce notlar ilâvesiyle Londra’da yayınlamışlardır (1897-1898). el Makamât’ın İslâm dünyasında da çeşitli baskıları yapılmıştır. Annemarie Schimmel de yirmi dört makâmeyi yayımlamıştır (Stuttgard 1966).
Eser üzerine kırka yakın #şerh yazılmıştır. Bunlardan Ahmed b. Abdülmü’min eş-Şerîşî, el-Mutarrizî ve Ebü’l-Bekâ el-Ukberî’nin, el-Makamât’ın başta Türkçe olmak üzere Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca ve İbrânîce gibi dillere tam veya kısmî çevirileri yapılmıştır. Tâhir Selâm Muhammed Beg, Ahmed Hamdi Şirvânî (İstanbul 1290), Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi ve Sabri Sevsevil (İstanbul 1952) tarafından tam, Antepli Münif Ahmed Paşa, Roma sefareti imamı Hâşîm Veli (İstanbul 1326) ve Amasya müftüsü Abdurrahman Kâmil Yetkin tarafından kısmî çevirisi yapılmıştır.
Batı dünyasında erken dönemlerden itibaren ele alınan Arapça kitaplardan biri olan el-Makamât’ın Latince çevirisini ilk defa Jacobus Golius yayımlamış (Leiden 1656), daha sonra L. M. Devic eserin tamamını (Paris 1870), A. Raux bazı bölümlerini (Paris 1909) Fransızca’ya çevirmiştir. Kitabı Fr. Rucket Almanca’ya (Frankfurt 1826-1829), L. Chappolow ile (Cambridge 1767) Thomas Chenery (London 1867) İngilizce’ye tercüme etmişlerdir. Ayrıca T. Preston eserin Özetini (London-Cambridge 1850), B. S. Thomas yirmi altı makâmesini İngilizce’ye tercüme ederek yayımlamışlardır. el-Makâmât, Muhammed Şemseddin (Kalküta 1263/1846), Muhammed Revâki ve Alâeddin İftihar Cevâdî tarafından Farsça’ya çevrilmiştir. İspanyol Yahudilerinden şair Judah ben Şelome (ö. 627/1230) eseri İbrânîce’ye tercüme ederek yayınlamıştır.
#dinikullanarak #vaiz #vicdanlarısömüren #dilenci #binbirsuratlı #oyuncu #Arapdili #kelimeoyunları #şiirinbüyülüdğnyası #sözustaları
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.