CİNLİ KIZ DİRMİT’TEN LATİFE TEKİN’E

  • CİNLİ KIZ DİRMİT’TEN LATİFE TEKİN’E

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 15:24'de 11 Temmuz 2024

    CİNLİ KIZ DİRMİT’TEN LATİFE TEKİN’E*

    Makale Yazarı: Seyit Battal Uğurlu

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan / Haziran 2010, 2. sayıda yayımlanmıştır.

    DİRMİT VE CANSIZ VARLIKLAR

    Latife Tekin’in (1957) ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm’ün (1) belleklere kazınan kişisi #Dirmit, Huvat – Atiye çiftinin yedi çocuğunu oluşturan üç kızdan biridir. #Alacüvek Köyü’nün cincisi Memet, Atiye Dirmit’e hamile iken, doğacak çocuğun ya eksik doğacağını ya da başına gelmedik kalmayacağını söyleyerek hamur tahtasına çentik atar. Bu bilgi, #hurafeler dünyasında yaşayan #Atiye’nin karnındaki çocuğu gittikçe “büyüyen, kımıldanıp duran bir korku” olarak taşımasına, rüyalarında, “burunsuz, gözleri tepesinde bir bebek” görmesine, gündüzleri ise,” eksik doğarsa ters kapatır boğarım” (s.8) diye hesap yapmasına neden olur. Huvat’ın oğlan olmamasına üzüldüğü bu çocuk, daha annesinin karnındayken “iki kez üst üste hem de Atiye’nin anasının sesiyle ‘Ana!’ Ana!’ diye” (s.8) seslenmiş olmakla, #Cinci Memet’in kehanetini doğrular, ‘cin’liğine dair güçlü bir kanının şekillenmesinin zeminini hazırlar.

    Romanın mekânsal kurgusu gibi Dirmit’in yaşamı da iki temel mekân, köy ve kent arasında bölünmüştür. Roman, önemli ölçüde köy ortamında geçmişte olup bitmiş olağandışı olayların arka arkaya sıralanmasıyla ilerler. Her öykü ya da öykü kesiti, salkımdaki üzüm taneleri gibi birbirine bağlanır. Tekil olaylarda çevre, dekor, kişi ve mekânın ortak oluşu –bunlar çok az değişiklik gösterir– bütün olan biteni tek bir ana gövdeye bağlar. Tüm bunların tek yöne aktığı yerde, Huvat Aktaş’ın köylünün dilinde cinli diye ötekileştirilen kızı Dirmit, daha küçük yaşlarında akranlarıyla değil de cansız varlıklarla iletişim halindeyken görülür. Tekin’in romanının geçtiği köy, adı sonradan Akçalı diye değişecek olan Alacüvek’tir. Alacüvek köylülerini etkileyen kimi olaylar, komşu köyleri de etkiler. Birbirine komşu olan Çerkez, Avşar ve Türkmen köyleri farklı kültürel yapılarıyla verilmemiş, #anonim karakterleriyle öne çıkmışlardır. Zaman zaman Alacüvek’te yaşanan olaylar bu köyleri de etkisi altına alır. Sosyolojik anlamda dar bir grup profili oluşturan köy toplumu, tek tek bireylerden oluşmaz, benzer durumlar karşısında benzer tutumlar takınan anonim bir varlık olarak betimlenir. Komşu köyler de tıpkı Alacüvekliler gibi ortak hareket eden bir organizma görünümüne sahiptir. Bir köyde olan bitenler, diğer köyleri de etkisi altına alır ama, bütün bunların asıl yankı merkezi, Alacüvek (Akçalı)’tir. Bundan dolayı da diğer köyler sadece dekoru ve yankıların devamını tamamlamak üzere varlardır.

    Köyün okuyan tek kızı olan Dirmit, romanın ilk elli sayfasına kadar anlatılan öykü parçacıkları içinde tam anlamıyla görünmez. Yine de yaşı açısından düşünüldüğünde bireysel tarihinin neredeyse tüm temel detayları romanda yer alır ve bundan dolayı sürekli göz önündedir. Köydeki yaşamında aile bireyleriyle ya da akranlarıyla sağlıklı bir iletişimi olduğu söylenemez. Onun asıl ilişkisi, cansız varlıklarladır. Bu ilişkiyle beliren diyalog dilinde, romanın dil tonlaması, sentaksı ve sözcük dağarcığı olduğu gibi korunur. Sözgelimi Dirmit’in bir ara kendisini yakın hissettiği Elmas’ın gelin olup gitmesinden sonraki özlemi, tulumbayla şu konuşmasına yansır:

    “Elmas gelini çok özledim, #tulumba.”
    “O da seni özlemiş, Dirmit kız.”
    “Kime söylemiş?”
    “İnce ince yağan kara söylemiş” (s.48).

    Bireyin iç dünyasının çözümlenmesine olanak tanımayan romanda, Dirmit’in dünyası insan dışı varlıkla geliştirdiği diyalogla anlam kazanır. Dirmit; göçmen artçı kuşlar, (s.19), rüzgâr (s.20), tulumba (s.23), yediveren (s.23), taşlar (s.53), tavuklar, güvercinler (s.56), kayalar (s.60) ve benzeri gibi insan dışı varlıklarla konuşur ve bu ilişkisi, ailenin kente göçünden sonra daha da çeşitlenerek sürer. Dirmit’in nesnelerle ilişkisinde iki taraf da etkendir; birbirini etkiler, birbirinden etkilenirler ve Tekin, bu durumlar karşısında, romanın #büyülügerçekçi atmosferi içinde hep yazarsal ketumluk tutumunu takınır.

    Öte yandan bu konuşmaların diğer varlıklarda karşılığı boş değildir. Çaputlu çalı, Dirtmit’i “kengel keven otlarına, dağlayan çiçeğine, dikenli kangala” (s.60) gönderir, “dam uçuran rüzgâr”, akşam olunca “cinler geliyor” diye Dirmit’i korkutup eve getirir (s.20). Kimi zaman da Dirmit’in iç dünyasında olup bitenler karşısında cansız varlıkların, tıpkı insanlar gibi, duyguları öne çıkarılır. Dirmit’in sürekli iletişim içinde olduğu tulumba, insanbiçimsel (antropomorfic) niteliklerle donatılmıştır. Öte yandan, Dirmit’in içine girdiği bu iletişimin, onu herkeste olmayan bilgi, duyu ve sezgilerle donattığını, insanlardan farklılaştığını, hatta “eğittiğini” öne sürmek mümkündür. İleride görülebileceği, Atiye’den boşalan yere geçecek, şamansı yetilere sahip “seçilmiş” bir Dirmit’in, yazarlık için gerekli donanımla donanması süreci tekil yaşanır, başkalarınca duyumsanmaz, ancak sadece, onun kötü yola düşeceğini düşünen Atiye’nin şüphesini çeker. Bundan dolayı, Dirmit’in büyüme öyküsü, dışa tuhaflıklar biçiminde yansır, ancak kendi içinde son derece tutarlı ve kararlı bir şekilde ilerler. Bu iletişimin Dirmit’i herkeste olmayan kimi bilgilere ulaşma ayrıcalığına kavuşturduğu, gittikçe onun farklılaşmasının zeminini oluşturduğu, romanın bağlamı içinde okunur. Bundan yola çıkılarak, “#seçilmiş” Dirmit’in gittikçe #şamansı nitelikler için bu insan dışı varlıklarca “eğitildiği”, gelecek için Atiye’nin yerine hazırlandığı söylenebilir. Şu alıntıda kişileştirilen tulumba, Dirmit’i bilgilendirir, ona kimi sırlar verir. Dirmit’in tutkuyla diyalog halinde olduğu nesnelerin başında yer alması bir de bu aktarımla ilintilidir:

    “Geceleri tulumba, aya karşı tek başına uluyan bir ite benziyordu. Durmadan kuyruğunu sallıyor, Dirmit’i yanına çağırıyordu. Dirmit önceleri korktu. Bir zaman tulumbanın kuyruk salladığını görür görmez, kafasını yorganın altına soktu. Ama bir gün, helheli oynarken tulumba, ‘Geceleri yanıma gelirsen, ben de sana sabaha açılacak gül tomurcuklarının yerini söylerim,’ dedi. Dirmit iki güne kalmadan köyün bahçelerindeki tüm gül fidanlarının yerini öğrendi. Geceleri gizlice tulumbanın başına iniyor, sabahları kimseye görünmeden su yollarından geçip, tomurcukların başına varıyordu.” (s.22-3)

    Dirmit’in köyden ayrılığı sırasında, tulumba acıklı bir ruh hali içinde betimlenir, ayrılık ikisini de derinden etkilemektedir:“Tulumba Dirmit’in ruh halini görmeye dayanamadı, başını hafif eğdi, sustu. O sustu, Dirmit sustu. Dirmit sustukça tulumbanın içi gitti, suyu çekildi, kuyruğu düştü, beli büküldü. Kısık kısık, kesik kesik solumaya başladı. Hem soludu, hem, ‘Git başımdan, Dirmit kız,’ diye yalvardı. Dirmit tulumbanın kolunu, başını, ağzını okşadı, belini beline dayadı, ağladı.” (s.62)

    Aktaş ailesi köyden kente göç sırasında vedalaşmak içine köylüyü dolaşırken Dirmit, sonuçsuz kalacak bir isyan duygusu yaşar. Onun ayrılması sırasında, tulumba kendisine gözyaşı döker, ağaç dalları kendisine “kafa salla(r)” (s.63).

    KOMÜNİST VE CİNLİ ÖĞRETMEN İLE CİNLİ KIZ DİRMİT

    Dirmit’in köy yaşamında romanda öne çıkan ikinci özellik, onun köylülerce cinlenmiş kız olarak nitelenmesine neden olacak başka tutum ve davranışlardır. Çoğu kez yazarsal ketumlukla verilen bu tutum ve davranışlarda, Dirmit, cinlerle roman gerçeği içinde ilişki içindeyken verilir. Marc Chagal’ın (1887-1985) resim dünyasına özgü gerçeklikle paralellik kurulabilecek bu durum, romanın tümünde gözlemlenebilen atmosferi şekillendiren öğelerden sadece biridir.

    Köylülerin, komünistliğinden dolayı mesafe koyduğu, sonradan evini yaktığı öğretmene ilgi duyan tek kişi Dirmit olur. Öğretmeninin evi yakıldığı sırada, Dirmit, “içinde açık saçık şiirler yazılı kara kaplı defteri”ni (s.19) yangından kaçırıp gizliden teslim ederken, onunla manidar konuşurken, bu cemaat yapısı sergileyen toplumun dışına çıkışının ilk ciddi işaretlerini vermiş olur. Öğretmenin, komünistliğine kanıt yerine geçen düşünceleri, romanda detaylandırılmamış olmakla birlikte, köylünün dünyasına tamamıyla yabancıdır. Dirmit ise ona, yaşından beklenmeyecek bir ilgi duyar, tulumbaya, onun gelişinden duyduğu mutluluk olduğunu söyler. Bu, mutluluktan iki anlam çıkarılır; Dirmit’in okuma mutluluğu ve romanın sonlarına doğru şekillenecek dünya görüşüne ilişkin ipucu. Dirmit, bir cin olduğuna inandığı öğretmenle görüşmek için, köyde geçerli hurafe sisteminden edindiği davranışları sergiler; olur olmaz yerlerde işer, “karınca deliği, köstebek yuvası, toprak çatlağı”na su kaynatıp döker, kuyu taşlar, kuyu başılarına saçlarından yolduğu tutamlar bırakır. Bu halleri üzerine köylüler, onu cinlenmiş sayarak taşlar, arkasından söver, annesine şikâyet ederler. Atiye’nin takibe aldığı Dirmit, okulun “(k)üf kokan sıraları arasına, kara tahtanın altına, okulun iç kapısına, dış kapısına kaynar sular döküp duvarın dibine boydan boya” işer (s.50). Bu eylemlerinin amacı, köylülerin korkusu haline gelen cinlerle iletişim kurmaktır.

    Dirmit’in köy normlarının dışına çıkışına, taşkınlıklarına Atiye sert yaptırımlar uygular. Bir komşu çocuğuyla gönül ilişkisinin öğrenilmesi üzerine, evin dışına çıkışı izne bağlanır. Cinci Memet’in, kızın başına bir şeyler geleceği şeklindeki kehanetini hep korku olarak yaşayan Atiye, Dirmit’i ev içinde de gözler, kızının çocukluğundan, ergenliğinden ve/veya iç bunaltılarından kaynaklanan davranışlarından olmadık anlamlar çıkarır. Onun bez bebeğiyle konuşmasını, dışarıda yağan karı çırpınarak seyretmesini, sedirin altında oynarken uyuyakalmasını Cinci Memet’in hamur tahtası üstüne attığı çentiğe bağlar ve kızının cinlendiğine kendisi de inanır. Dirmit’in “cinlerin derneğine” girdiğinden kuşkulanan Atiye, kontrolünü daha da arttırır ve cinler alıp götürmesin diye onu sedire bağlar. Ateşler içinde kıvranan Dirmit’in elini bir torbaya koyarak bağlarken, anne olarak onun koruma güdüsüyle hareket ederken, bunun kızının iyiliği için yaptığından emindir. Dirmit, arkadaşsız kalır, taşlanır, çocuklardan özellikle uzak tutulur. Dirmit’in, romanın gerçeğinde cin ilişkisini şu alıntı ortaya koyar:

    “Duvara tırmanıp kendini küllüğe attı. Diz üstü küllük cininin karnına yığılıp kafasına çöktü. Cin bir hışımla Dirmit’i kaldırıp kamyonun üstüne, yatak denklerinin arasına fırlattı. Kızgınlığından küllükteki küllerin hepsini havaya savurdu. Ellerine zil takıp oynaya oynaya Akçalı’daki tüm cinleri başına topladı. Bir anda tüm deliklerden ellerine tefler, püsküllü renk giysileriyle cinler dışarı fırladılar. Ve küllük cininin çevresinde halk olup dönmeye başladılar. İnsan çığlıkları zil sesleri içinde kaybolup gitti.” (s.63-4)

    Aktaş ailesinin köyü terk etmeden önce, köyde anlam yükledikleri her yeri törensel bir edayla gezmeleri, nihayetinde Dirmit’le daha da uç bir noktaya varır. Dirmit, bireysel tarihi içinde anlamla yüklü yer, nesne ve canlılarla vedalaşırken cinleri de ayaklandırır. Bütün bunlar, Aktaş ailesinin kente göç edişinden hemen önce gerçekleşir ve bu göç olayının köylüdeki yansımasının anlatımını üstlenir. Nitekim romanın tek solukla, tek anlatı ritmiyle ilerleyen ve sadece köyü anlatan birinci bölümü de bu uyandırılan heyecanla sona erer, ikinci bölümün açılışında geçen “vapur” (s.65) sözcüğü de mekânsal değişikliği bildirir. Aktaş ailesi artık denizi de olan bir kente göç etmiştir.

    ALACÜVEK CİNLERİ KENTİN CİNLERİ

    Aktaş ailesinin geldiği büyük kent yaşamında kendisini hissettiren yoksullaşma, yabancılaşma ve geçim sıkıntısı, aile bireylerinin her birinin, neredeyse başarısızlıkla sonuçlanan birçok arayışa sürüklenmesine neden olur. Kentin adı, ailenin ev ortamı, Dirmit’in okulu, çevre, dekor bilgileri romanda özellikle muğlak bırakılmıştır. Aynı anonimlik, köy ortamının verilişinde, kişilerin anlatımında, zamanın akışında, olaylar arasındaki nedensellik bağının ortaya konmasında da gözlenir.

    Bir şekilde ilgilendiği bir işi abartılı biçimde uzatmak, o işin suyunu çıkarmak Aktaş ailesinin bütün üyelerinde gözlenen bir olgudur. Atiye’nin ölümünden Huvat’ın dindar çevresiyle ilişkisine, Dirmit’in ders, Aysun ve başka kız arkadaş ilişkisine kadar bu hep gözlenir. Romanın her biri kendi başına birer hikâyecik olan parçalardan oluşan anlatımı içinde bu bağlantısız parçalar birbirine bağlanır. Odağında Atiye, Huvat ve Dirmit’in yer aldığı bu yapı içinde olan bitenler, eserin ikinci bölümünden itibaren Dirmit’in bilinçlenme sürecine ve Aktaş ailesinin yoksullukla mücadele biçimlerine ışık tutar

    Atiye ailedeki herkesin uğraşlarıyla kıyasıya mücadele eder. Dirmit’in arkadaşlarıyla, heykel yapmasıyla, defterine bir şeyler yazmasıyla, Halit’in kuşçuluğuyla, Mahmut’un gitarıyla, kocasının ve oğlunun dindarlığıyla uğraşır ve her defasında bu kişileri uğraşlarından uzaklaştırır. Atiye ailesinden hiçbirisinin bir şeylere tutkuyla bağlanmasına rıza göstermez. Onları, hurafelerle yüklü dünyasıyla yönetir ve kavgayı hep kazanır. Atiye, çocuklarının, modern dünyadan etkilenerek eve kimi aygıtlarla gelmesine herhangi bir gerekçeyle karşı çıkar.

    Bütün bunların içinde, çizgisi kararlılık gösteren, yetilerini son noktada yazıya transfer eden Dirmit’in köyde okul, öğretmen ilgi ve merakı, kent yaşamında babası adına yazdığı iş mektuplarıyla yazıya dönüşür. Dirmit yazıyla ilgilenmesinin başlangıcında başkaları adına veya onlar için yazar. Sözgelimi Aktaş ailesinin hızla yoksullaştığı dönemde, babası adına hiçbirine karşılık alınamayınca, Atiye’nin inanç dünyasında uğursuzluk olarak nitelenen iş mektupları, ya da ağabeyi Mahmut’un âşık olduğu bir kıza “elli sayfa mektup” (2) yazar (s.111).

    Yazı söz konusu olduğunda, Aktaş ailesinden iki kişinin eski yaşamını terk ederek farklı bir eğilim içine girdiği gözlenir. #Huvat’ın sürekli okuduğu “yeşil kitapları” (s.71) ailenin gündemine oturtması, onun dindarlaşmasını anlatır. Bazı aile bireyleri de bundan etkilenirler; sözgelimi “cami okulu”na (s.72) kaydedilenlerin arasında Dirmit de vardır. Ancak Dirmit’in okula gidiyor olması onu, zaten köydeyken de yakınlık duyduğunun ipuçları verilen farklı bir eğilime taşıyacaktır. fiunu da vurgulamakta yarar var: Baba ile kızın kitabi kültürle tanışması, sözel kültürle yaşayan ailenin yaşamında bir değişikliğe neden olmaz.

    Kitapla tanışması, Dirmit’i, tulumbanın gösterdiğinden daha farklı bir dünyayla tanıştırır: O, “Cam ayakkabılı, upuzun saçlı kızların, şövalyelerin, şeytan adalarının, define avcılarının, Gotların, Vizigotların, kırmızı yeşil okların, cadı kraliçelerin” (s.85) dünyasını tanımaya başlar. Kimini sever, kiminden kaçar, kiminden ise korkar. Dirmit’in bu yeni ilgisinden rahatsızlık duyan aile, onu yeniden cinlendiği düşüncesini öne sürer. Huvat’ın “yeşil kitap”larını ona okuması, Atiye’nin ona kurşun dökmesi, onu dergâhlara götürmesi, şifalı sular içirmesi Dirmit’i bu tutkusundan uzaklaştıramayınca yeni bir yasak konur: Sadece ders kitaplarını okumak. Dayağı göze alarak yoluna devam eden Dirmit, Atiye’nin hasta yatağında yaptığı vasiyet üzerine fikir değiştirir, okuldan annesine getirdiği “övgülü mühürlü kâğıtlar”ı (s.105-6) çerçeveletip duvarlara asar, böylelikle ilk kez evin ve mahallenin istediği biri olur, ne var ki bu pek uzun sürmez.

    KENTİ ŞİİRLE OKUMAK
    Annesinin bütün huylarını gözlemlemiş olan Dirmit, ona görünmeden bir şeylerle uğraşmanın yolunu şiir yazmakta bulur. Ama kısa süre sonra da annesi bu hilenin farkına varır ve onu gözlemeye başlar. Annesi başında dikildikçe o defterine “kâğıda gözyaşı diz”er, (s.162). Merdivenden tırmanarak dama çıkar ve “[b]irbirine yaslanmış evlerin damlarına, bacalarına, bulutlara, denize ilk şiirini” okur ve damdan “umurla” iner (s.162). Dirmit’in yazı aracılığıyla “yükselmesi”, evin ortamı, dünyası ile kendisi arasına mesafe koyması, yaşadıklarının yazıya aktarılacağı zamana işaret. Dirmit kendi doğrusunu bulmuş ve evdekilerin “kendisinin iyiliği için” uyguladığı tüm baskılara göğüs germeyi göze almıştır. Tekin kendisiyle yapılan görüşmelerde, romanını yazış sürecinde sürekli bellek yoklamaları için köylüleriyle görüşmelerini, ailenin her bir bireyini defalarca konuşturmasını, onların peşinden sürüklenişini ve romanını sonuçlandırmanoktasında yaşadığı sıkıntıları dile getirir. fiu uzun alıntı, sadece Dirmit’in yazıyla kurduğu bağı değil, aynı zamanda Tekin’in romanını yazma sürecinde yaşadığı zorlukları, yaşamına tanık olanlara, yaşamının mekânlarına geri dönüşlerini de anlatır:

    “Dirmit o günden sonra hep sözcüklerden bir yorgana sarındı. Sözcüklerden bir yatağın üstünde uyudu. Sözcüklerden yapılma bir sandalyenin üstünde oturdu. Atiye günleri sayılı binlerce sözcük oldu. Huvat sözcüklerle dolu şişelere baktı. Nuğber sözcük bekledi. Zekiye sözcük ağladı. Seyit bembeyaz takma sözcükten dişleriyle güldü. Mahmut dilini dişlerinin ardına dayayıp sözcük çaldı. Halit sözcükleri duvarlara vurdu. Dirmit ne yana bakacağını, hangi birini yazacağını şaşırdı. O şaşkın şaşkın dolanıp gezinirken bulutlardan sözcük yağdı. Musluktan sözcük aktı. Akan sözcük, yağan sözcük, bakan sözcük, susup oturan sözcük, ağız üstü divana kapaklanan sözcük Dirmit’in kafasının içinde bir toplu kargaşaya dönüştü. Ama bir türlü şiire dönüşemedi. Dirmit günlerce onca sözcüklerle ne kadar uğraştıysa bir ikinci şiir yazamadı. (…) Bir kendini boş kâğıdın başına zincirle bağlamadığı kaldı. Ama yasakları arttıkça daha beter oldu. Kafasının içinde sözcükler tepinmeye başladı. Her biri iğne olup beynine saplandı. Yasakları Dirmit’e acı verdi. fiiir vermedi.

    “Dirmit onca yasakla şiir yazamayınca bu defa kendini yarışa soktu. Bir zaman güneşle yarıştı. Güneş doğar doğmaz kâğıdı önüne koydu. Güneş batmadan şiir yazması için kendine emirler savurdu. Güneş dönüp battı. Dirmit bir öfkeyle boş kâğıdı yırttı. Güneşe yenildi. Ayla yarışa kalktı. Ay, şiir olmadan soldu. Sonunda Dirmit şiir yazmanın bir yolunu buldu. Sözcükleri tek tek kafasının içinden alıp yüreğine koydu. Yüreğini ‘Güp! Güp!’ attıran sözcüğü hemen kâğıda yazdı. Yüreğini attırmayan sözcüğü yüreğinden çekip aldı. Dirmit o günden sonra yüreğine kul köle oldu. Yüreği ne yap dediyse onu yaptı, yüreği nereye git dediyse oraya gitti, yüreği ne dediyse onu dedi. Yüreği kafasıyla zıtlaştıysa o da zıtlaştı. Yüreği taştıysa o da taştı. Yüreği çırpındıysa o da çırpındı. Yüreğiyle birlik oldu. Dersi defteri boşladı. Yüreğine sözcük koydu, yüreğinden sözcük çıkardı. Cinci Memet ben doğmadan bana çentik koydu demeden, annem tesbih elinde arkam sıra dolanıyor demedi, şiir üstüne şiir yazdı. Koca bir defterin yapraklarının önünü arkasını şiirle doldurdu. Atiye’den defteri köşe bucak kaçırdı. Defteri damlara bacalara çıkardı” (s.162-3).

    Defter Atiye tarafından ele geçirilir ve Seyit tarafından yırtılır. Şiir defterinin yırtıldığı gün, sokağa öfkeyle çıkan Dirmit, kendini bağırıp çağıran bir kalabalığın içinde bulur. Politik eylemcilerin içinde, rüzgârın dediğine uyarak “Şiirlerimi yırttılar! fiiirlerimi yırttılar!” (s.166) diye bağırır, kalabalığın içinde ezilme tehlikesi yaşar, “kar”ın uyarmasıyla polisten kaçar. O günden sonra “insanlarla birlikte bağırmanın sevincine” kapılan (s.168) Dirmit, kendini sokak eylemleri içinde bulur. Dirmit’in karıştığı eylemden sonra artık olur olmaz bağırmaya başlaması üzerine adı evde “Bağrıkçı kız”a çıkar (s.168).

    Atiye’nin, Dirmit’i sokağa çıktığı için dayakla ve sözle cezalandırdığı gün, daha romanın başından itibaren sözü edilen şiir, Zekiye’nin dilinden verilir. Dirmit’in romanın başından beri ilgilendiği türün şiir olduğu belirtilirse de yazdıklarına yer verilmez, okur satır aralarında Tekin’in yaratı sancılarına tanıklık eder. Zekiye, Atiye ve Dirmit birer şiirle dertlerini birbirine aktarırlar (s.196-7). Dirmit’in sokak ile diyaloga başlaması, Atiye’nin korktuğunu başına getirir: “Sokak bir sabah erkenden, Dirmit’e, ‘Kaç bana gel!’ dedi. Dirmit önce şaşırdı. Sonra büyülenmiş gibi kendisini çağıran sesin peşine takıldı. Pıt pıt sokak aralarında yürüdü” (s.196). Sokağın çağrısı sonraları da sürecek ve kısa süre sonra da karşılığını bulacaktır. Dirmit’in sokağa çıkışı, onu denize ulaştırır. Dirmit ile deniz karşılıklı olarak birbirilerini içine “alırlar”. Deniz onun “içindeyken” heyecan, o denizin “içindeyken” korku duyar (s.199). Bu korku, bir de yazıyla ilk kez ciddi şekilde uğraşan bir yazarın okur karşısına çıkacağı sırada duyabileceği kaygı olarak anlaşılabileceği gibi, Tekin’in yazma sürecinin sonuna yaklaştığının ifadesi olarak okunabilir. Dirmit ise, ailesine, romanda nasıl olduğu pek dillendirilmeyen evliliğine yabancılaşır: “Dirmit anne korkusunu kaybetti. Yanında belinde dolaşan annesi mi, el mi bilemedi. Gece şiir yazdı, gündüz gidip denize okudu. Evi evlikten, annesini annelikten, kardeşlerini kardeşlikten babasını babalıktan reddetti. Sokakları evi terk etti. Ağaçları, bulutları, evleri kardeş, denizi anne, göğü baba” (s.199).

    Aile içinde onun yazarlığına anlam yükleyen tek kişi, Nuğber’in nişanlısıdır. Dirmit kendisine anahtarı olan defter hediye eden eniştesi için bunun başına bir şiir yazar. Defterin hediye edilişi sırasında olanlar duygusal bir ton yakalanır: “Defter elinden ‘Küt!’ diye düştü. Dirmit utancından eğilip defteri yerden kaldıramadı. Defter, anahtarını çın çın yere vurarak, eniştesinden korktuğu için ayıpladı. Dirmit gözlerinden akan yaşı gösterip af diledi. Eğilip defteri aldı” (s.183).

    Dirmit evlerinin bulunduğu sokakta insanlarla ilgili keskin gözlemlerde bulunur ve bunları annesine aktarır: “Şimdilik bizim sokaktaki evlerini içini görüyorum ama yakında, tüm evlerin içini göreceğim ha.” (s.213) Romanın sonlarına yaklaşıldığında Dirmit ile Atiye arasında geçen konuşmalardan, Dirmit’in kenti artık çok farklı bir gözle algılayacak düzeye ulaştığı görülür. İlkin evin duvarına konmuş olan işaretleri “görür”. Ardından şehrin evlerinin içini gördüğünü söyler. Bu görme biçimi, Atiye’nin geleceği okuma biçiminden oldukça farklıdır. Burada cinli kız, yazı ile “gören” Dirmit yer değiştirmiştir: “Bizim damdan o kadar çok ev görünüyor ki, kız, hele geceleri ışıl ışıl yanıyor her taraf” (s.213) “Dirmit gözleri yerde, damda görünen çoğu evlerin geceleri perdelerinin açık olduğunu, kendi kendine niye o evlerin perdelerinin çekilmediğini sorduğunu, önceleri bir türlü anlayamadığını, sonra sonra yıldızlara, aya, denize sora sora cevabını bulduğunu söyledi. ‘Duvarlarında çiçekli kâğıtlar var, tavanlarından da rengârenk ışıklar sarkıyor çoğunun, kız’ dedi” (s.213). Atiye bu bilgiyi yıldızlardan, aydan mı öğrendiğini sorar. Dirmit, “onların gece olunca perdelerinin ardına kadar açtığını, ama kendilerinin hava kararmadan perdelerini çektiklerini söyle(r)” (s.213). “Sokaklarında kendi evleriyle birlikte on bir evin perdesinin hava kararmadan çekildiğini” söyler. O evlerde kimlerin oturduğunu, nerelerde çalıştıklarını, kaç çocukları olduğunu sayıp döker (s.213). Dirmit’in kenti bambaşka bir gözle gördüğü şu satırlarda ifade edilir: “Sırtını bacaya verip oturduğunu, gözüne hiçbir şeyin pencerede balkonda insan çarpmadığını, o zaman her şeyin kendine bir tuhaf geldiğini söyledi. ‘Hepiniz aklımdan uçup gittiniz, damda koca şehirle tek başıma kaldım, ödüm patladı kız,’ dedi. Kat kat evlerin, sıra sıra damların, ağaçların uzakta duran denizin gözüne daha önce hiç görünmemiş gibi göründüğünü söyledi. ‘O sabahtan sonra dama çıkıp evlere, yollara, denize, bakmaya bir çekindim’ dedi. Durmadan düşündüğünü ama yine korktuğunu bir türlü çıkaramadığını, sonunda evlerin, denizin yolların insandan önemli bir sır sakladıklarına karar verdiğini söyledi, ‘fiehir beni herkes uyurken damda görünce, bu sırrı çözeceğimi sanıp bile bile korktu,’ dedi” (s.214). Dirmit, kente inat bu sırrı çözmeye karar verir. Bu durum, Atiye açısından, kızının aklını kaçırdığının kesin kanıtı yerine geçer. Dirmit dayak da yer: “[U]tanan sorgucudan bir tokat yedi. Yanağında gül açıldı. Parmaklarıyla açılan gülü okşadı, sonra avucunun altında sakladı.” (s.214) Aile, bunun üzerine bir de ortak karar verir: Dama çıkmak ve şiir yazmak yasaklanır, evdekilerle konuşması yedi gün yasaklanır. Bunun üzerine o evdeki herkese, “altı gündüz yedi gecede biten” uzun bir mektup yazar. Mektubu evin her tarafına sarkıtır, bir ucunu da “inadına dama” sarkıtır (s.215-6). “Neden sonra upuzun ak şeridin şehrin üstünde dolaştığı” (s.216) görülür. Mektup “ak bir kuş olup şehrin üstünde uç”ar (s.216).

    Roman, Atiye’nin son nefesini vermesi, Dirmit’in de yeni bir hayata yönelmeye başlamasıyla açık sonla sona erer. Roman, başlangıçta Atiye merkezli yazılmış gibidir, ancak Dirmit gittikçe ağırlık kazanır ve onunla yer değiştirir. Atiye son nefesini verirken bile Tanrı’yla pazarlık yapar, yemin eder, ona verdiği sözü bozar: Öğrendiklerini söylemeyeceğine yemin eder ama son nefesini vermeden önce gördüklerini söyler ve ölür. Cenazesine gelenleri de saymaya kalkışır. Zebanilerle karşılaşınca da onları eziyet etmemeleri yolunda tehditle uyarır. Dirmit annesinin zebanilere direndiğini, “öte dünyanın altını üstüne getirdiğini” evdekilere söyler. Huvat, Dirmit’in aklını kaçıracağına yemin ederek duvara işaret koyar. Dirmit’in baktığı bu yerde “kıpkırmızı bir karanfil” açar. Dirmit bu karanfili duvardan alıp göğsüne takar (s.218). Bu karanfil, cinci Mehmet’in hamur tahtasına attığı çentiğin işaret ettiği anlamdan pek uzak sayılmaz. Romanın açılış ve kapanışının işaretle gerçekleştiğini söylemek yanlış olmasa gerek.

    Dipnotlar:
    (1) Metindeki tüm alıntılar şu baskıya aittir. Latife, Tekin, Sevgili Arsız Ölüm, Everest Yay. 17. baskı, İstanbul 2003. Tekin’in bu romanı daha önce şu yazıda değerlendirildiği için bu yazı sadece Dirmit’e odaklanmıştır. , S. B., Uğurlu, “Sevgili Arsız Ölüm Romanında Gelenek, Gerçeklik ve Yenilik”. Millî Eğitim, 2008, sayı: 178, ss.166–176.
    (2) Romandaki iş mektubu, otobiyografiktir. Tekin, Pelin Özer’le konuşmasında, babası adına yazdığı iş mektuplarından söz ederken, okuma yazması olmayanların yazı ile ilişkisine dair göz ardı edilemeyecek şu açıklamaları yapar: “O yıllarda Alarko’yla iş yapardı. Birlikte Karaköy’de küçük bir işyerine gittiğimizi anımsıyorum, Alarko’ydu orası. O zamanlar karşılıklı söz verilerek iş yapılırdı. Babam yeni harflerle okumayı öğrenmişti, ama sabit kalemle yazdığı bitişik yazı okunaksız. Bu yüzden, teklif mektuplarını bana yazdırırdı. Bir dosya kâğıdına, basit biçimde kaç metre iş yapılacağı ve işin birim fiyatları yazılırdı. İçime yer etmiş bir şeydir. Yoksulların noktalamaları farklıdır, farklı bir mantık yürütürler. Buzdan Kılıçlar’da böyle bir iş mektubu var. O kadar çok düşündüm ki bunun üstünde, o kadar iş mektubu inceledim ki bunu çözebilmek için… Yoksullar yazıya yabancı, onların yazdıklarından iç dünyalarına ilişkin ipuçları yakalayabilirsiniz. Kalıplaşmış cümlelerle yazar onlar, diller aralarında korku ilişkisi vardır. Noktalama işaretlerinin tam olarak nerelere konduğunu bilmezler. Noktalamalarda, o yabancılık kendini daha çok hissettirir. Noktalama işaretlerini çok yoruldukları, güç harcadıkları yerlere koyarlar… Onlar için vurgulanması gereken, okuyanı durdurmak yerler oralardır çünkü. Çok güç harcanıp çok emekle yapılacak şeyler söz konusu olduğunda, en can alıcı yere koyarlar işareti. En ağır işi tarif ettikleri yere, üç nokta koyarlar örneğin. Böyle bir şey… Onlarını yazdıklarını okuduğum zaman, başkalarına yanlış gibi görünen şeyler ordaki hayatın doğrusudur demek gelir içimden. Ben bir sezgiyle gördüm onları, elinize öyle mektuplar geçse, ne hissedersiniz bilemiyorum. İlkel gelir belki ama dediğim gibi onlarda başka bir hayatın doğrularını görüyordum. Hatta üstünde çalıştığım romanı onlar yazdığında, nasıl olacağını bile aklımdan geçirdiğim olurdu. Hayatı hissediş biçimlerine göre yazdıklarımı değiştirirlerdi herhalde. Ben buna ilkellik değil, müdahale diyorum. Sadece cehaletten, aptallıktan kaynaklanmaz. Tabii bunu böyle görebilmemiz nerden baktığınıza bağlı. fiimdi Alarko’yu düşünüyorum da… Babam gibi insanlar kapılarından içeri giremez oldular. İş teklif mektupları artık İngilizce yazılıyor. Eski usul ustaların, İngilizce yazılmış iş davet dosyalarını çözmelerine, okumalarına imkân yok. Ne kadar usta olurlarsa olsunlar, hayat onları o tekelleşme sürecince eledi, bir kenara attı. Belki bu hâlâ devam ediyor. fiirketler büyürken, bu ustalar büyümenin şıklığına uyamadıkları için yitip gittiler. İşte ben o süreci babamdan dolayı çok içerden yaşadım. Yoksa Berci Kristin Çöp Masalları’ndaki henüz sınıf bilinci olmayan patronları anlatmayı akıl edemezdim.” Pelin Özer, Latife Tekin Kitabı, Everest Yay., İstanbul 2005, s. 49.

    #CinliKızDirmit #cansızvarlıklar #inceinceyağankar #göçmenartçıkuşlar #rüzgar #yediveren #yazarsalketumluk #köydenkentegöç #kentişiiirleokumak #LatifeTekin

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
CİNLİ KIZ DİRMİT’TEN LATİFE TEKİN’E* Makale Yazar…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi