Cevdet Bey: ÜTOPYALARIMIZ – HAKİKATLERİMİZ

  • Cevdet Bey: ÜTOPYALARIMIZ – HAKİKATLERİMİZ

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 14:21'de 11 Temmuz 2024

    ÜTOPYALARIMIZ – HAKİKATLERİMİZ*

    Makale Yazarı: Rezan Özlem Oto

    *Bu makale, Roman Kahramanları dergisinin 3. sayısında (Temmuz/Eylül 2010) yayımlanmıştır.

    “Resmimiz ve nesrimiz olsa başka türlü bir millet olurduk.”

    Yahya Kemal

    “…Ahmet bir defter buldu, heyecanla açtı, ilk sayfalarına gene eski yazıyla bir şeyler yazılmıştı. Dolabı kapayıp ayağa kalktı. …tıkış tıkış sıkıştırılmış eşyaların arasından geçerek duvarda asılı duran Cevdet Bey’in resmine yaklaştı. Cevdet Bey’in resmini yapmayı düşünüyordu. Ama fotoğrafa yaklaşınca bu tasarının çok ham olduğunu düşündü ve bu işi ertelemeye karar verdi. Gene de bir süre Cevdet Bey’e yakından baktı ve iç dünyasını bu kadar kolay ele geçiremeyeceğini düşündü…” Ahmet, İlknur’a “…biliyorsun dedemin resmini yapmayı düşünüyordum. Sandım ki bu defterlerde yazılanları bana okursan resmin havasına girebilirim…” Ahmet “…yukarı çıkıp çalışmaya karar vererek oturduğu yerden kalktı. Merdivenleri sessizce çıktı, odasına girince hemen çalışamayacağını anladı, balkona çıktı. Korkuluğa yaslanarak Nişantaşı’na bakmaya başladı… ” Karar vermişti yine bir yolculuğa çıkmaya. Araf duygusunu en yoğun hissettiği köprüyü arıyordu hiç durmadan. Dünyanın tüm köprülerinin üstüne çıkıp, altından akıp, arafta kalma duygusunun resmini yapacaktı. Birdenbire Cevdet Bey’in bakışını üzerinde, sesini kulağında duydu. Yüzünü Cevdet Bey’in yüzüne döndü, kıpırdamadan uzunca bir süre birbirlerini süzdüler. Sonra da esin perisinin kanadına binip kitap sarayına doğru yol aldılar.

    Ahmet, geçmişi belli belirsiz aydınlatan kitapların dergilerin ışığında, tozlu sanat atölyelerine girdi, zamanı kokladı. Başköşede oturan hocalarla hasbıhal etti. Yüzleri, yeni kurulan cumhuriyetin aydınlığında pırıl pırıl parlıyordu. Ufuklarına muasır medeniyet gerilmiş, zihinlerine aklın tozu değmişti. Aklın menziline varmak için başka dillerin biriken kelimelerini kendi dillerine hevesle iliştiriyor, yeni cümleler yaratıyorlardı. Bu cümleler kasıla kasıla yürüyerek tuvalin boşluğuna sımsıkı yerleşip, şevkle eriyiveren renklerini boyanıyorlardı. Böylelikle başka semaların yıllar önceki ezgileri, yıllar sonra kendi semalarında aksak bir ritimle duyuluyordu. Kelli felli adamlar gecikmişliğin verdiği telaşla, bu ritme hızla alkış tutuyor, kendi istikballerini bu ahenge bağlıyorlardı. Velhasıl garp aleminden devşirilmiş irfan, şark aleminin bünyesini güçlendirecek, yarınlarını aydınlatacaktı. Lakin efradın gözleri aklın ışığından kör olmuş, büsbütün karanlıkta kalınmıştı. Derken dünyanın doğusuyla batısı arasında kurulan köprüde Cevdet Bey’ i gördü. Yalnızdı Cevdet Bey. Sürekli saatine bakıyor ve alelacele köprünün öte tarafına doğru yol alıyordu. O adımlarını büyüttükçe köprü uzuyor ve bir türlü bitmeyecek bir yol oluyordu. Sonra alacakaranlıkta köprünün çıkış kapısı açıldı. İçeriye süzülen ışıkla küreden yüzler, koniden kollar, silindirden bedenler, üçgenden burunlar silikleşerek bütün fırçalara yapıştılar. Ahmet, Cevdet Bey’in içyapısını çözmek, akılla kavranan özünü anlamak ve yeniden biçimlendirmek için matematiksel kesinlikteki bu formları tutkuyla sahiplendi. Büyük boy bir tablonun, sert, heykelsi anlatımın motifleriydi onlar. Kalbin ışığının geçici etkileri yerine, aklın ışığında Cevdet Bey’i türlü yönlerden gösterebileceği ayrıksı tablosunu inşa edebilecekti. Esin perisinin kanatlarına zamanın sırrını yükleyip yeryüzüne indi.

    Ahmet’in kulağında mazinin gür sesi hâlâ zonkluyordu. Koyu bir esrimeyle tuvalinin karşısına geçti. Miadını doldurmuş kübizmi temelinden yine sarstı. Ortaya saçılan üçgen, kare, küp, silindir gibi geometrik formlar, halı ve kilimlerimizde bulunan geleneksel motiflerimize yerleşti. Kübizmin payandaları korkunç bir gürültüyle yerle yeksan olmuştu. Bundan böyle fırçayı tuvale her savurduğunda nesnelerin içi dışına, arkası önüne, altı üstüne gelerek, özgün kübist bir yapının ilk direklerini çakıyordu. Desenleri tuvalin üzerine kademeli olarak üst üste, iç içe yerleştirdi. Böylelikle boşlukları ortadan kaldırdı ve resim yapısal olarak sağlam, kaskatı bir biçime büründü. Kuşkusuz tüm bunlar modern devlet tahayyülümüzün zihinsel medcezirleriydi. Ahmet, tuvalden taşan naftalin kokulu kilimlerin nakışları arasına, Cevdet Bey’i her zamanki koltuğuna oturttu. Üzerine bir frak giydirdi. Cevdet Bey’in çalışma masasına, püskülleri eprimiş fesini, dar ağızlı geniş kalçalı bir konyak kadehini, rakamlara ağırlaşmış hesap kitap defterlerini, ticaretini yaptığı donuk lambayı koydu. Bütün hacimler iç içe geçmişti artık. Aktarmak istediği yaşantıyı, o yaşantının resimsel karşılığını bulması için Cevdet Bey’in tüm oranlarını değiştirmişti. Gövdeyi ve kolları inceltti, ellerini kocaman, yüzünü oval yaptı. Gözlerine muzaffer bir bakış yerleştirip, onları her iki yana kaydırdı. Deformasyonu sadece figürde yapmıştı. Bir pençe gibi öne doğru uzanan elleri köstekli saatini kuruyordu. Bu Cevdet Bey’in günlük yaşantısının sıradan bir ayrıntısıydı. Figürün konturlarını kalın siyah renk ile sertleştirdi ve böylelikle yüzeylerin öne çıkmasını sağladı. Figürde, üzerinde özenle değil de büyük bir enerjiyle çalışıldığı izlenimini vermek için, zıt renklerden faydalanacaktı. Kırmızı yeşil, mavi turuncu, sarı ve mor renklerini paletine bolca sıktı ve çarçabuk bütün boşlukları boyadı. Tuvalden yavaş yavaş uzaklaşıp tam karşısına oturdu. Merhum Cevdet Bey’in yüzünde, duruşunda, bakışında cumhuriyetin hâlâ yaşayan izi okunuyordu.

    ———–

    #cevdetbey #orhanpamuk

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
ÜTOPYALARIMIZ – HAKİKATLERİMİZ* Makale Yaza…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi