Roman Kahramanları
Catherine Barkley: DÜNYADA BARIŞ DAİM OLSUN!
-
Catherine Barkley: DÜNYADA BARIŞ DAİM OLSUN!
DÜNYADA BARIŞ DAİM OLSUN!*
Makale Yazarı: Sibel Gönen
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan / Haziran 2017, 30. sayıda yayımlanmıştır.
“Onları dışarı çıkarıp kapıyı kapattıktan sonra ışığı da söndürdüm; ama bir yararı olmadı. Bir heykele veda etmek gibi bir şeydi bu. Bir süre sonra hastaneden çıktım, yağmur altında yürüyerek otele döndüm” (s.296).
Bir karakteri romanın en sonundan, hele de karakterin ölümüyle başlayarak tanıtmam tuhaf gelebilir sizlere. Ancak, Hemingway’in Silahlara Veda romanının sonunda Teğmen Frederic Henry’nin ölen sevgilisi Hemşire Catherine Barkley ile vedalaşması, romanı bitirip kapağını kapatırken nicedir zihnimin kuytu bir köşesine itelediğim soruların yeniden su yüzüne çıkmasına sebep oldu. Şu #savaş ve yıkımla dolu dünyaya karşı dayanabileceğimiz yegâne destek mi aşk? Ve aşkın insanoğluna sunulmuş en değerli armağan olduğunu ölümün soğuk nefesi yakamıza yapışıp, vedalaşma vakti gelince mi anlarız ancak?
Uzun yıllar önce yağmurlu ve kasvetli bir günde, #Saraybosna Umut Tüneli’nin girişinde duvarlara asılmış listelerde ya onun da adını görürsem diye korkudan nefesimi tuttuğumda doluşmuştu zihnime bu sorular ilk kez. Titreyen parmaklarım soyadına göre alfabetik sıralanmış onlarca isim üzerinde gelişigüzel dolaşmış, bir türlü elim varıp da “K” harfine bakamamıştım. En tepesinde “K” yazan listeye sıra geldiğinde kalbim sanki mengeneyle sıkıştırılıyor gibiydi. Parmaklarım sayfalar dolusu isimleri takip ederken, kalbimin ve aklımın bir yanıyla bu rutubetli, karanlık tünelden geçebilmiş ve Saraybosna Havaalanına ulaşabilmiş olmasını diliyordum. Oysa önce parmaklarım sonra da kalbim listedeki isimlerden birinin üzerinde durmuş, sendeleyerek listeden hızla parmaklarımı uzaklaştırmış ve kenardaki bir kalasa güçlükle yaslanıp tutunabilmiştim. Yağmurun sesi tünelin içine kadar geliyordu. Vücudumdaki tüm kan çekilip parmaklarım bembeyaz olana kadar sıkmıştım kalası, sanki koskoca yeryüzünde geriye bir tek o kalmış gibi dayanıp tutunabileceğim. Tıpkı birazdan sizlere anlatacağım kahramanımız Catherine Barkley’in romanın en başlarında yanından hiç ayırmadığı savaşta ölen nişanlısının bastonuna sarılışı gibi sıkı sıkı sarıldım o kalasa.
Karanlık bir tünel duvarında asılı bir isme nasıl veda edebilir insan?
***
Hakkında pek çok şey yazılan, iki kez filme alınan Silahlara Veda romanı ve ünlü yazarı #Hemingway üstüne yazıp konuşabilmek benim harcım değil elbette. Ben, bu romanın uçarı, içkiye fazlaca düşkün ve ele avuca sığmaz karakteri Teğmen Frederic Henry’nin tam aksi bir karaktere sahip olan, çok daha durağan, romanın sayfaları boyunca o alçakgönüllü, gerçekçi, anlayışlı ve neşeli çizgisini pek değiştirmeyen, üstüne üstlük ölürken bile metanetini koruyan, bir âşıktan ziyade ardında bıraktığı çocuğunu merak eden bir anne gibi anaç ve şefkatli bulduğum hemşire Catherine Barkley’i kendimce anlatmayı yeğlerim. Roman boyunca Teğmen F. Henry’nin aksine büyük bir değişime uğramayan, aslında değişimini ve olgunlaşmasını hikâye başlamadan çok çok önce tamamlamış, mesleği gereği ölümle yaşam arasındaki o incecik çizgiye zaten çok âşina olan ve ölüm sırası kendisine geldiğinde bile sevdiği adamın geleceğini daha çok düşünen güzel hemşire Catherine Barkley’i.#BirinciDünyaSavaşı’nda gönüllü hemşire olarak çalışan İngiliz Catherine Barkley, İtalyan ordusunda ambulans birliğinde görevli #Amerikalı Teğmen Frederic Henry’e âşık olur. İlk başlarda F. Henry için sadece bir eğlence, bir oyun gibi olan bu ilişki zamanla değişecek, Catherine’nin karakteri bu uçarı Amerikalı teğmenin olgunlaşmasını sağlayacaktır. #İtalyaAvusturya cephesindeki yaralıları ambulansla nakletmeye çalışırken bir havan topu saldırısında bacağından yaralanan ve Milano’ya cephe gerisine gönderilen F. Henry’i bir daha asla bırakmayacak, peşinden #Milano’daki hastaneye gidecek, burada hem F. Henry’nin hem de diğer yaralı askerlerin bakımını üstlenecektir Catherine.
Doğrusu romanın başlarında Frederic Henry gibi uçarı ve ele avuca sığmaz bir adama nasıl da bu kadar çabuk, tutkuyla âşık olduğunu anlamamış ve fazla fedakâr ve belki de biraz saf bulmuştum Catherine’i. Oysa roman ilerledikçe, hem bitmek bilmez savaş ve yıkımlar hem de Catherine büyük değişikliklere yol açtı Frederic’te. Zamanla, yalnızca sevgilisi ile birlikte ileride yaşamak istediği “#barış dolu bir hayatı” düşleyen bir adama dönüştü. Ona göre savaş bir çeşit oyun, askerler bu oyunun oyuncularıydı artık, aşk ise tek gerçek olmuştu.
Şimdi tam da burada biraz durup, Hemingway’in lafı dolandırmadan o kısa ve net cümleleriyle savaşın acımasız gerçeğini tüm çıplaklığıyla insanın yüzüne nasıl da vurduğunu, kendi cümleleriyle paylaşmak isterim. Doğrusu savaşı ve yıkımı bu kadar sade bir dille anlatarak yerin dibine sokmak ancak böylesine büyük bir yazarın yapabileceği bir iş.
“Passini’ye yaklaşıp bacaklarına turnike yapmak istedim, ama ben, kendim kıpırdayamıyordum ki. Bir daha denedim, bacaklarım hafifçe kımıldadı. Kollarımla ve dirseklerimle çabalayınca kendimi geri itebiliyordum. Bacağındaki dolağı açıp çıkarırken #turnike koymaya gerek olmadığını gördüm, ölmüştü çünkü. Bacaklarım sıcak, ıslaktı, ayakkabılarımın içi de öyle. Yaralandığımı anladım, eğilip elimi dizimin üstüne koydum. Dizim yoktu yerinde. (s. 52)”
Milano’da, hastanedeki yaz boyunca öylesine iyi vakit geçirir, iki iyi dost ve sevgili olurlar ki, sonbaharda Catherine’in üç aylık hamile olduğunu öğreniriz. Sonrasında ise F. Henry’nin yeniden cepheye dönmesini, İtalyan birliklerinin Avusturya karşısında geri çekilmeye başlamasını, F. Henry’nin casuslukla suçlanarak yakalanışını ve tam kurşuna dizilecekken kendisini yakındaki bir nehrin sert akıntılı sularına atarak kaçıp kurtulmasını okuruz heyecanla. Kaçıp Catherine’i bulduğunda rütbelerini sökmüş, silahını bırakmış, sivil kıyafetler giymiş, savaştan nefret eden bir asker kaçağıdır artık F. Henry. Tek kurtuluşları fırtınalı ve soğuk bir gecede #MaggioreGölü’nde tekneyle kürek çekerek #İsviçre’ye ulaşabilmektir. Kış sporları yapmaya gelen bir çift olarak girerler İsviçre’ye, muhteşem bir kış geçirir ve dört gözle bebeklerinin doğumunu beklemeye koyulurlar.
Hemingway’in romanın adını 16. yüzyıl şairlerinden #GeorgePeele’in Kraliçe 1. Elizabeth’e yazdığı Silahlara Veda adlı şiirinden esinlendiği söylenir. Bu şiirde Kraliçe’nin sadık şövalyesi artık savaş alanlarında hizmet veremeyecek kadar yaşlanmış ve kılıcını bırakma vakti gelmiştir. Ömrünün geriye kalanını kraliçesi için dua ederek geçirecektir artık sadık şövalye.
Romanın en can alıcı kısmı bana göre Catherine’nin doğum yaptığı son bölüm. Ömrünü insan hayatına adamış bu iyi yürekli, yardımsever, hayat dolu ve neşeli kadının romanın sonunda bu kadar çok acı çekmesine bir okur olarak kızgın ve biraz da öfkeliyim. Frederic Henry’nin doğumhane kapısında ilk kez Catherine’in ölebileceği korkusuna kapılışı hayli sarsıyor beni.
“Bir çocuk doğacak hepsi bu, Milano’da geçirdiğimiz o güzel gecelerin ürünü… Güçlük çıkarır, doğar, sonra ona bakarsın ve belki de seversin. İyi ama ya ölürse? Ölmeyecek. Ya ölürse? Ölmeyecek. Hiçbir şeyi yok. Ama ya ölürse? Ölemez. Ne yaparım ölürse? Ya ölürse? (s. 284)”
Hayatı boyunca ölüm döşeğindeki yaralı askerleri iyileştirmek için çabalayan bir hemşirenin, zorlu bir doğum yüzünden çektiği acıya, maskeyle sürekli anestezi verilmesine rağmen bir türlü dinmeyen ağrılarına, yine de tüm gücü tükenene kadar bebeği doğurmaya çalışıp, onca ıstıraba ve sezaryene rağmen dört kiloluk oğlanın ölü doğmasına, üstelik tüm bunlar yetmezmiş gibi Catherine’in de aşırı kanamadan ölmesine ben de en az Frederic Henry kadar kızgın ve öfkeliyim, elimde değil.
Silahlara Veda bir savaş ve #aşkromanı olarak kabul edilir, ama ben bu romanı bir “barışa özlem” romanı olarak okudum. Hele de içinde yaşadığımız ölümle kuşatılmış şu kanlı coğrafyada ve günlerde. Romanda “#yağmur” imgesi oldukça sık çıkıyor karşımıza, neredeyse romanın tümüne hâkim ve savaşın, yaklaşan felaketlerin, acının ve ölümün habercisi adeta yağmur. Catherine’in “kimi zaman kendini yağmurda ölü gördüğü için, kimi zaman da F.Henry’i ölmüş gördüğü için yağmurdan korktuğunu” söylemesi de yaklaşan trajik sonun bir habercisi aslında. İsviçre’de daha neşeli yağan yağmur ve bulutların arasından arada sırada da olsa yüzünü gösteren güneş ise bir an için ümitle dolduruyor okuyucunun yüreğini.
Hemingway bu romanın sonunu tam anlamıyla ikna olana kadar ve doğru kelimeleri bulmak için 39 kez yazdığını söylemiş, 1958’deki bir röportajında. Hemşire Catherine Barkley gibi bir karakterin ölümünü yazmak onun gibi usta bir yazar için bile pek kolay olmasa gerek. Ama asıl #ustalık; sevdiği kadını, çocuğunu ve her şeyini kaybetmiş F. Henry’nin hayatının bundan böyle nasıl olacağına dair doğru kelimeleri bulabilmek. Romanın yağmurla başlayıp, yağmurla bitmesi tesadüf değil elbet.
Kaynak
Silahlara Veda, Ernest Hemingway, Bütün Eserleri 7, Bilgi Yayınevi, 4. Basım Temmuz 2001, 296 sf.#birheykelevedaetmek #SilahlaraVeda #ErnestHemingway #TeğmenFredericHenry #hemşire #HemşireCatherineBarkley #fırtınalıvesoğukbirgecede #barışaözlem
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.