Bir Roman Kahramanı Olarak Futbol Kulübü

  • Bir Roman Kahramanı Olarak Futbol Kulübü

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 16:22'de 11 Temmuz 2024

    Bir Roman Kahramanı Olarak Futbol Kulübü*

    Makale Yazarı: Tanıl Bora

     

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Nisan / Haziran 2014, 18. sayıda yayımlanmıştır.

    Ziya Adnan’la beraber kulüp portreleri hakkında yazılarımızı derlediğimiz Kimi Başrol Kimi Karakter kitabının (Dipnot Yayınevi, Ankara 2013) girişinde demiştik ki: “Her futbol kulübü bir nevi roman kahramanıdır. Haydi deyin ki, hikâye kahramanı!”

    #Romantik kelimesiyle #roman arasında sıkı bir bağ var. İlk kullanımında romantize etmek, düpedüz roman yazmak anlamına geliyordu! Yani kendini bir hikâyenin içinde düşünmek, o hikâyenin kahramanı olarak tahayyül etmek. Romantik taraftarların kulüpleriyle zihinsel ve duygusal meşguliyetleri, işte tam öyledir. Sadece taraftar desek yetecek aslında, #taraftar dediğiniz zaten romantiğin önde gidenidir.

    Yiğiter Uluğ, Gençlerbirliği tarihini anlattığım Ankara Rüzgârı hakkındaki övgü yazısında aslında bir roman yazmış olduğumu söyleyerek gönlümü okşamıştı. Taraftarın romantize edici bakışıyla epikleştirilmese bile, kulüpler zaten hayatlarıyla bir hikâye kurarlar. Tıpkı o sulusepken “hayatım roman” klişesi gibi: evet, her futbol kulübünün hikâyesi bir romandır. Ergen ruhlu taraftarlar, epeydir, “#efsane” lâfına bayılıyorlar. Futbol medyası da iki gol atan bir gelgeç oyuncuyu, bir fiyakalı #çalım videosunu “destan yazdı” diye yaldızlayarak bol keseden efsane üretimini şişiriyor. Evet, futbolsever mitoslara ve basbayağı mitomanlığa da yatkındır. Mitoslar beri dursun, ben romanın peşindeyim. Futbolun hikâyelerinde destan hamasetinden çok roman dilinden, roman soluğundan hoşlanırım.

    Bir kulübün ayakta kalma, kimliğini kurma hikâyesi, tipik #Bildungsroman’dır. Yetişme, karakter kazanma macerası… İşte #Gençlerbirliği mesela, haylaz öğrencilerince kurulmuş, onların öğretmenler ve idarecilerce başları hafif okşanıp hafif süsülerek devam etmiş, böylece on-yirmi yıl içerisinde “tahsilliler zümresinin takımı” karakterini edinmiştir. Veya #Zonguldakspor, zaten başında baretle doğmuştur; “madenci takımı”dır. Futbolun endüstrileşmesi, böylesi kimlik damgalarını kuşkusuz siler, herkesi birbirine benzetir. Fakat o karakter silikleşse de, ona hayatiyetini veren bağlarından kopsa da, bazen ticarîleştirilerek ruhsuzlaşsa da, sun’i teneffüsle bile olsa, yaşamaya devam eder.

    Yıllandıktan, iyi kötü bir “tarihi” olduktan sonra, bir kulübün hikâyesi, nehir romandır. İnişler çıkışlar, şampiyonluklar küme düşmeler, üzüntüler sevinçler… Belki bundan daha da olgunlaştırıcı ve dramatik olan: vasatlıkta demlenen, sürpriz bir deplasman galibiyetinden öte bir “efsaneye” tanık olunmayan, belki ilerde bir şeye benzeyebilecek genç topçunun verdiği titrek ışıktan öte bir ümidin görülmediği yavan sezonlardır. Bazı kulüplerin ömrü bu hazin olaysızlık içinde geçer. Kimi sezonlar vardır ki #postmodern bir anlam bulmacasının, kimi maçlar vardır ki absürd edebiyatın alanına girer. Çoksatarlara alışmış, aksiyon arayan tembel okuyucu buralarda bir şey bulamaz. #Hasokur, işte böyle bir romanı fırlatıp atmayan; #hasfutbolsever, #hastaraftar, işte bu vasatlık içinden bir hikâye çıkarabilendir.

    İkbali de idbarı da görmüş kulüplerin hikâyeleri, bana süper kahraman çizgi roman karakterlerinden daha ilgi çekici gelir. #İskoçya’nın en çok şampiyon olan kulübü #GlasgowRangers mesela, evvelki sene malî işlerindeki ayarsızlıktan ötürü en alt kümeye düşürüldü, şu aralar, 3. basamağa tekabül eden Lig Bir’de çile dolduruyor. Önce kahrolan taraftarlar bu yeni hayatlarında başka bir neşe buldular, stadlarını on binlerle dolduruyor, bir #JanValjean gururu yaşıyorlar.

    Rangers’ın gördüğü zirveleri görmeyip, onun gibi bir seferde değil adım adım üçüncü basamağa kadar düşen yerli Jan Valjean’ın çilesini düşünün, Ankaragücü’nün şu son yıllarda Melih Gökçek’le Cemal Aydın arasında çekiştirile çekiştirile nasıl lime lime olduğuna bakın; bir kulübün romanı bazen de polisiyedir ve malûm, iyi polisiye, iyi edebiyattır.

    Taraftar tabii ki çoksatarlara ve ucuz roman hamasetine yatkındır. “#Büyükler”, hep galip olanlar, takımlarını Yüzüklerin Efendisi’nin #Aragorn’u gibi, hem kudretli hem kudretini kontrol etmeyi bilen, soylu bir güç olarak hayal etmeyi sever. “#Küçükler”, sık yenilenlerse, Kemalettin Tuğcu karakteri gibi hep kadersiz bir mazlum olarak…

    Taraftarın ve kulüplerin çok kişilikli iç dünyasının başköşesinde mutlaka #MadameBovary’ye bir yer açmalıdır. Kendi gerçekliğinden daralan, şu son maçın kaybından, ligdeki durumdan dahası ligin gündelik sıradanlığından bunalan, Şampiyonlar Ligi’nde “gidebildiği yere kadar gitmeyi” hayal eden, hayatını genişletmek, arzulara açılmak isteyen, histerik bir heyecanla aşk maceralarına ve alıverişe sardıran (transfer! şu adamı mutlaka biz alalım!) bir Madame Bovary’ye, Fener ve Galatasaray formalarını yakıştırmaz mısınız? (Kadın voleybolu veya basketbolu olması gerekmez, cinsiyetsiz düşünün.)

    Gerçi Fenerliler şu aralar daha ziyade bir #DimitriKaramazov suretinde görüyorlar kulüplerini. Celâdeti, cerbezesi yüzünden suizanna uğrayan bir masum… Tutkulu, atak, öfkeli ama “özünde iyi”…

    Galatasaray, kendini takdim şekliyle, başından beri bir #FelâtunBey olma zannı altında. Yüzüncü yıllarına yaklaşırken, 1990’larda “Siz hâlâ annenizin liginde mi oynuyorsunuz” pankartı açarak cep fotoroman versiyonunu çıkarmışlardı bu imajın: Garp hayranı züppe. Unutmayın, Felâtun Bey, #Rakım Efendi’siyle Felatun Bey’dir. Galatasaray belki daha çok, bu ikisinin ebedî didişmesi.

    Beşiktaş’ı, şöyle böyle on yıldır, #DoktorFaust suretinde görüyorum. Ezelî rakiplerinin oligarşik kibrine özenerek, onlarda ne varsa kendinde de olsun isteyerek, olmayan paralar saçarak, yalı boyundaki gül endamlı stadını arenaya dönüştürerek ruhunu şeytana mı satıyor?

    #Trabzonsporlular, ağalara meydan okumuş #İnceMemed olarak görmek isterler elbette kendilerini. 80’lerin başına kadar öyleydiler ve yakın zamanlarda da o karakterin başını kaldırdığı görülmüştür. Ama genel planda ne yazık ki, Yaşar Kemal’in bir başka roman dizisindeki, Akçasazın Ağaları’ndaki sonradan olma beylere benzeyen bir yan role sıkışmış durumda. Türkiye futbolunun #oligarşik düzeni içindeki ötekiler, çoğun kendilerini Don Kişot’un soy çizgisinde görmek isterler. Ümitsizce ama can-ı gönülden meydan okuyorlardır. Onların trajedisi de bazen Sanço Panza’larca yönetiliyor olmak.

    Müphem ve ‘mevhum’ bir ümidin beklentisiyle kendi iç âlemine kapanan, hayalini kavuran çaresizliğin için için hınçlandırdığı camialarda Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’nin trajik kahramanı #Zebercet’in ürpertisini hissetmez misiniz? Zebercet taşı yeşildir; beşinci şampiyon mertebesine ermezden önce Bursaspor’da sezilmez miydi mesela o puslu ışıltı?

    Lig dediğiniz de Rus romanı gibi, çok karakterli bir epik. Sonunda ne olduğu da o kadar önemli değil. Hikâyenin ve karakterlerin kendisi önemli.

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Bir Roman Kahramanı Olarak Futbol Kulübü* Makale …
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi