Bir Anti Kahraman Olarak Vatandaş

  • Bir Anti Kahraman Olarak Vatandaş

    Posted by admin on 12 Temmuz 2024 at 11:15

    Bir Anti Kahraman Olarak Vatandaş*

    Makale Yazarı: Hülya Soyşekerci

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Temmuz/Eylül 2016, 27. sayıda yayımlanmıştır. 

    “Bence bütün büyük sanat eserleri, yolları pek ayrı da olsa, aynı noktada birleşiyor, insana varıyorlar.”(1) #TahsinYücel

    Edebiyatın ve hayatın içinde anti kahramanların farklı bir yeri ve önemli işlevleri oluşuna pek çok kez tanık olmuşuzdur. Roman atmosferinde soluk alıp veren bu anti kahramanların açısından dünyaya bakınca yaşadıklarımız içinde düşünecek, sorgulanacak, yorumlanacak pek çok olgu ve durumun yer aldığını fark eder; anti kahramanların ironik, eleştirel ve yergisel söylemlerinden aldığımız güç ve cesaretle, yaşadığımız dünyanın yapı taşlarını yerinden söker, yeni bir dünya kurar ve bambaşka bir hayat algısının içine girebiliriz. Elbette, gerçekten istersek başarabiliriz bütün bunları.

    Yüzyıllar boyunca insana dayatılan törelerin, geleneklerin, kuralların, davranış ve düşünce kalıplarının sorgulanmasını sağlayan anti kahramanlar, yaşadıkları kurmaca hayatın en başından itibaren toplumla da kendileriyle de barışık değildir; dünyayla daimi bir dertleri vardır. “Dünya ağrısı”nı, “var olma sancısı”nı derinden yaşar; bu dünyanın insanı gibi davranamazlar. Onların dünyayla, hayatla barışık olmama halini, okur olarak özümsemeye ve anlamaya başladığımızda; yüzyıllarca toplum tarafından dayatılan kuralları, alışılagelen, kuşaktan kuşağa aktarılan ve “mutlak doğru” diye benimsetilen yalanları, gerçek diye gösterilen hayalleri, algı dünyamızı şekillendiren ideoloji ve söylenleri, eleştirel düşüncenin karşı konulmaz gücü ile sarsmaya, yıkmaya ve yıkılanı yeniden -ve olması gerektiğince- inşa etmeye başladığımızı fark ederiz. Anti kahramanlar, düşünce, sorgulama, eleştiri ve yergi kapılarını sonuna kadar açar bizlere. Toplumsal ikiyüzlülüğü, sahteliği, aldatmacaları gösterip hepsini yüzümüze vururlar. Başımızı devekuşu misali kuma gömmekten; gerçeklere gözümüzü kapatarak kendimizi kandırmaktan kurtarırlar bizleri. Böylece pek çok efsane ve yalanla kuşatılmış olduğumuzun sezgisiyle gözlerimiz açılır; gerçekleri selamlamayı öğreniriz. Okur olarak, “birey” olmaya giden özgür, bağımsız yolda adım adım ilerlemeye; bilinç ve farkındalık kazanmaya başlarız. Gözlerimiz, bilincimiz ve ufkumuz açılmıştır; hayat algımız eskisi gibi değildir artık. Romanın anti kahramanı, sayfalar arasındaki benzersiz ve huzursuz varlığıyla hayatımızdaki değişim ve dönüşüm süreçlerine önemli katkılar sağlamış; bakış açımızı değiştirmiştir.

    Okuduğumuz bir romanın içinde olumlu ya da örnek kahramanlar varsa onlarla özdeşleşir ve onların hayatlarında kendi hayatımızı unuturuz. Ama içinde anti kahramanlar taşıyan bir romanda, tam tersine, yaşadığımız hayatı unutmaz; anti kahramanların itiraz söylemi üzerinden dikkatimizi kendi hayatımıza yönelterek, alıştığımız görüş ve duyuş tarzımızı sorgulayıp değiştirerek, kendi dünyamıza ışık tutmuş oluruz. O nedenle edebiyatın anti kahramanları, hayatın kurmacayla, gerçeklerin düşlerle buluştuğu o gizemli noktada, okurun iç ve dış dünyasına yaratıcı, sarsıcı, dönüştürücü etkilerle dokunurlar. Anti kahramanların gücü sonsuzdur; yeter ki okur, onların sorgulama, yüzleşme, eleştirme, alaysama ve mizah yapma gibi yöntemlerini kendi hayatına uyarlamayı başarabilsin…

    İnce bir yergi, alaysama ve kara mizahla düşünen, konuşan ve davranan anti kahramanların pek çoğunu yüreğimizin en derin yerlerinde yaşatmaktayız. #SuçveCeza’nın #Raskolnikov’undan #YeraltındanNotlar’ın yeraltı adamına; Goethe’nin #Faust’undaki anti kahramanlardan #Kafka’nın anti kahramanlarına… Bizde, #KemalBilbaşar’ın, #YusufAtılgan’ın anti kahramanlarından #OğuzAtay’ınkilere kadar pek çok örnek, okuduklarımızın ve yaşadıklarımızın en hassas noktalarında yer alırlar.

    Tahsin Yücel’in #Vatandaş adlı romanında, küçük memur Şaban Baş, bir anti kahraman olarak #Gogol’un, #Çehov’un ya da #Dostoyevski’nin sıradan, küçük dereceli memur karakterlerine benzer. Yaşadığı tekdüze hayatın içinde bazı anlam arayışlarına yönelirse de her seferinde yoluna çıkan bir anlamsız lık kuyusuna ya da ya hayal kırıklığının girdabına düşen bir roman kahramanıdır. O, yaşadığı çağın özelliklerini özümsemiştir kendi varlığında. Bölünmüş, parçalanmış bir kişiliği aynı bedende taşıyan, bu parça parça kişiliklerinin kendi dışında birbirine dönüşmesine tanık olan; kendi ben’inin “ne” ya da “kim” olduğu konusunda derin ve ciddi kuşkular taşıyan biridir. Anlatıcının, roman boyunca bir “itiraz dili” kurduğu; bu söylem üzerinden kendi varlığını ve yaşadığı hayatı sorguladığı görülür.

    Adımı söyledim sana değil mi? Belgelerde yazılı olanını? En zavallı, en döküntü, en kambur adıdır dünyanın Şaban Baş. Neden saklamalı, sırtımdan atmaya gücüm yetmez ya, içimde pek taşımam onu. (…) bir çirkinlik, bir haksızlık gördüm müydü yarı ölü, yarı diri bir öfkedir kabarır içimde. (…) Haksızlığın tepesine bir yumruk gibi indiğimi, zayıfı ezen güçlüyü sille tokat alaşağı ettiğimi kurarım. En tuhafı nedir, bilir misin? Adım da kendiliğinden değişiverir öyle zamanlarda: Volkan Taş olurum hemen. Volkan Taş! Kaç okkalık ad, değil mi? Kaç okka olursa olsun, başka türlü yapamam: ta çocukluğumdan beri, haksızlığı gördüm müydü hemen parlayıverir bilincimde. Böylece, sırtımda Şaban Baş’la korka korka, içimde Volkan Taş’la gerine gerine, ama hep aynı köşeme gelirken, soru birdenbire parlayıverir: “Kimsin sen?” Apışıp kalırım dediğim gibi, ne Volkan Taş diyebilirim, ne Şaban Baş. Bölünüp ufalandığımı duyarım yalnızca. Şimdi bir de Vatandaş var ortada, durum büsbütün karışık. Şaban Baş mı, Volkan Taş mı, Vatandaş mı? Hangi anda hangisiyim? (s.67)

    Burada geçen “Vatandaş” sözcüğü, Şaban Baş’ın yazarlık adı; yani yazı yazdığında imzası yerine kullandığı addır.

    yerine kullandığı addır. Bir #antikahraman olarak Vatandaş’ın üç ayrı kimliği taşıdığını; bu kimliklerini yaşarken her birinde ayrı bir “ben” taşıdığını; ben’lerin birbirine dönüştüğünü ve dolayısıyla Vatandaş’ın bölünmüş-parçalanmış kimliği içinde şizoit kişilik özellikleri taşıdığını bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Vatandaş’taki kimlik sorunsalına dikkat çeken Prof. Dr. Bahadır Gülmez şunları söylüyor: “Vatandaş’ın aslında bence daha önemli bir yanı daha var: ben ve kimlik sorunu. Ayrıntılıca incelemek gerekir, ama diğer anlatılarında rastladığımız bölünerek parçalanan kimlik dönüşümü bu kez felsefi sorular sordurur okuruna: Vatandaş ‘benliğinin birliğe ermesi’ kolay mıdır? ” (s. 55)

    #FeridunAndaç, Geliştirdiği Anlatıcı Bakış’ın Bir Söylen Anlatıcısı Olarak Tahsin Yücel adlı yazısının “Ben” ile “öteki” arasındaki yolcu ara başlığı altında genel olarak Tahsin Yücel’in roman ve öykü kişilerini değerlendirir: “Hayatın ufalanan yerinde duran insanların öyküsünü anlatır roman ve öykülerinde Tahsin Yücel. Kırılgan zamanlardan geçirir bakışını. Onun söz ustalığı iki ayrı ırmakta akar bu yüzden. Hayatın içinden bakışla dil içinden bakışı buluşturduğu yer; onda bir yazı yurdu oluşturur. O, bilir ki; kurgusal anlatıda yazar/ anla tıcı “ben”den “öteki”ne dönük bir yolculuğa çıkar. Orada her şey vardır; sanrısal olan da, ironik olan da. İçte ve içerlek görünenle, dışta ve dışarlıklı duranı buluşturur. Bu nedenledir ki Tahsin Yücel anlatısı bir sarmaldır.” (2)

    Feridun Andaç, Tahsin Yücel’in roman kahramanlarına dair başka önemli cümleler de kurar: “Onun roman kahramanlarına baktığımızda, neredeyse her biri ‘düşsel bir kişi’dir. Çevremizde bunlardan bir tek değil, birçok vardır, hem de tek bir kişilikte! Şöyle de diyebiliriz; Yücel, parçalanmış dünyamızda parçalanmış kişiliklerin gerçekliğini ironik bir biçimde anlatıyor. Bunu, şu ya da bu kişi/ söyleme indirgemek bu nedenle güçtür.” (3)

    Anlatıcı Şaban Baş, takma adı olarak nitelediği Vatandaş sözcüğüne dair şunları dile getirir:
    Ama, ne yapayım, sözcükleri esen yele göre ayarlayan ozanlardan olmadım hiçbir zaman, içimden nasıl geliyorsa öyle söyledim her şeyi, gözlerim nasıl görüyorsa öyle gösterdim. Yazılarımın altına gerçek adımı koymaya kalksam, bir sürü dert açılırdı başıma, sanatımı sürdüremezdim, eylemim güdük kalırdı. Buna gönlüm elvermedi. Kendim gibi parıltısız bir takma ad seçtim, onu kullandım: Vatandaş. (s.17)

    Bu cümlelerdeki ironiye dikkatimizi toplayınca, yazarların gerçekleri yazmak, içlerinden geçirdiklerini serbestçe dile getirmek için takma adlara gereksinim duyduklarını; sadece bu takma adların arkasında gizlenerek doğruları, gerçekleri, apaçık ve özgürce yazabildikleri sonucunu çıkarabiliriz. Şaban Baş, “sıradan ve parıltısız” olarak nitelendirdiği bir sözcüğü kendine takma ad olarak alır; gizlice, sessizce kapandığı ve kendi yalnızlığını çoğalttığı şehrin pek çok umumi ayakyolu hücresinin kapı arkalarını, duvarlarını şiirleri ve yazılarıyla donatır durmaksızın.

    Şaban Baş, boş zamanları fazla olan, en üst yöneticisinden en küçük derecelisine kadar her memurun rüşvet ve yolsuzluk batağına saplandığı bir devlet dairesinde, fazla yorulmadan, çok iş yapmadan, mesai zamanlarının çoğunu roman okuyarak geçiren bir memurdur. Arkadaşları da onun gibi, fazla çalışmayan kişilerdir. Şaban Baş’ın hayatına asıl olarak renk ve anlam veren durum; dışarı çıktığında ve şehrin umumi tuvaletlerinden birine girip yalnız kaldığında, tuvaletin kapı ve duvarlarını kendi eseri olan şiirler ve yazılarla dolduran “bir ayakyolu edebiyatçısı” olması ve bundan duyduğu mutluluktur. O da yazmadan duramayan; “yazmasam deli olacaktım” diyen hassas ve tutkulu yazarlar soyundandır. Şaban Baş’ın Sait Faik’e ve onun gibi içindeki sesi susturamayan yazarları çağrıştıran cümleleri ilgiyle okunmaktadır:

    Beni konuşmaya zorlayan, içimden fışkırıp çıkmak, kendim gibi adsız sansız insanlara ulaşmak isteyen bir ses vardı benliğimde, benim görevim bu sesi duyurmaya çalışmaktı, hepsi bu: sizlerin ulaşmaya çalıştıklarınızın hiçbiri çekmiyordu beni; arada bir kafam karışsa bile, doğru yolu saptamakta gecikmiyordum. (s.19)

    Anlatıcı; Şaban Baş/ Volkan Taş/ Vatandaş olarak üçe bölünmüş bu karakter, roman boyunca kendisini göremediğimiz; yorum ya da yanıtlarını duyamadığımız bir “ikinci kişi”ye seslenerek içini döküyor. Hitap edilen kişinin konuşma ya da tepkileri yine anlatıcının ifadesi üzerinden alımlanıyor. Oldukça zor bir anlatı tekniğini başarıyla uygulayan Tahsin Yücel; Vatandaş’ın roman metnini, anlatıcısının söylemi üzerine oturtuyor. Bu nedenle, her durumu, her olguyu ya da davranışı, anlatıcının bakış açısından ve onun dünyayı görme/yorumlama biçimi üzerinden görüyor, kavrıyoruz.

    Tahsin Yücel, Vatandaş’ın ilk sayfalarında yer alan Sunuş’ta romanın anlatım tekniği konusunda aydınlatır bizleri: “Örnekler türün özelliklerini şimdiden sezdiriyor. Bu anlatılar birinci kişi ağzından, bir ikinci kişiye yönelen canlı konuşmalar biçiminde sunulur. Çoğu kez bir söyleşim, yani karşılıklı konuşma söz konusudur. Ama konuşmacılardan yalnız birinin söylemi verilir bize, ötekinin söylemi ve tepkileri ancak dolaylı bir biçimde, bu tek söylemin içinden yansır. (…) Bu öykülerin anlatıcıları da belirli bir serüven anlatırlar bize, ama bu arada, her şeyden söz edebilirler. Yeraltından Notlar da, Düşüş de aynı zamanda dünyayı, insanı ve çağı yansıtmak isteyen yapıtlardır.” (s.10) “Kendi alçakgönüllü Vatandaş’ının roman olarak gücünün de zayıflığının da “açık” bir söylemi olmasında bulunduğunu belirtir Tahsin Yücel. Anlatıcının söylemine; o görünmeyen muhatabına yönelik konuşma, anlatma ve yorumlama tarzını benimsediğimizde, metnin hayatımıza geniş bir ufuk açtığını; bizi inanılmaz bir yüzleşme /sorgulama/ tartışma/ eleştirme/ dönüştürme süreci içine çektiğini fark ediyoruz. Anlatıcının seslendiği, içini döktüğü, kendi geçmişini anlattığı kişinin kitaplar yazmış gerçek bir yazar olduğunu anlıyoruz. Böylece hem yazı, yazar ve edebiyat dünyasının hem de genel olarak aydın eleştirisinin, anlatıcı tarafından, oldukça etkileyici, sarkastik ve ironik bir itiraz dili aracılığıyla gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu eleştiriler, ülkemizde yıllardır yaşanmakta olan “aydın, sanatçı ve yazarın toplumla etkileşimi” meselesi odağında gerçekleşiyor ve pek çok doğruyu içeriyor.

    Anlatıcının yazar egosunu eleştirdiği cümleler kayda değer nitelikte. Kentin umumi tuvaletlerinin duvarlarına gizlice kendi eserlerini yazan bir “ayakyolu yazarı” olarak kendini özgürce ifade ettiğini söyleyen anlatıcı, hitap ettiği “kitaplı yazara” seslenirken aralarındaki farkları şöyle dillendiriyor:

    Ben kentin en çok okunan yazarlarından biriyim.(…) Senin çevrenden değilim, o kadar. Bir de senin çevrendeki kendini beğenmişlerle en ufak benzerliğim yok: sizler gibi kasılmaktan hiç hoşlanmam, kendimle de sanatımla da övünmem kolay kolay. Neden övüneyim? Bir bakıma zavallı bir adamım ben, anasız, babasız, meteliksiz bir herifim, başka türlü olacağım da yok artık! Tam bir hiçim senin anlayacağın, yazarlığım dışında. Ama alçakgönüllü olacağım diye gerçeği tersinden gösterecek değilim: yazarlıkta topunuzu cebinden çıkarırım. Gülme öyle! Topunuzu cebimden çıkarırım demekle büyük yazar olduğumu söylemek istemedim. Ben nerdeyim, büyüklük nerde! Anıtlar gibi yükselip kuşaktan kuşağa ulaşan yüce yapıtlar vermedim hiçbir zaman, bundan sonra vereceğim de yok. Eleştirmenlerinizce göklere çıkarılmadım, hakkımda tek yazı yayımlanmadı, bundan sonra da yayımlanacağı yok. Bunca yazıma, bunca dizeme karşılık bir kuruş para almadım, bundan sonra alacağım da yok. Ama hemen söyleyeyim, sizlerden üstün olmama engel değil bütün bunlar, gerçek bir yazar olmama hiç engel değil: yapıt gelir her şeyin başında. (s.16)

    Romanın anlatıcısı Vatandaş, kendi sınırlarını çizip diğer yazarlarla arasındaki farkları dile getirdiği gibi, aynı zamanda önemli bir tespitte bulunuyor: “Yapıt gelir her şeyin başında.” Gerçekten, kalıcı ve ölümsüz olan yapıttır; yazarı ya da sanatçıyı ölümsüzlüğe ulaştıran da yaratmış olduğu yapıttır. Bazen sanatçı unutulsa da yapıtı yaşamaya devam eder. Anlatıcı, bu konuda, kendisini, mağara duvarlarına insanlığın ilk yazısı sayılan o ilkel resimleri kazıyan ilk insana benzetir. Özgürce, içinden geldiği gibi, yaratıcı yalnızlığı içinde yazar tüm şiirlerini ve yazılarını. Asla ün kazanma peşinde koşmadığını; görünmeyen, tanınmayan, bilinmeyen ama eserleri pek çok kişi tarafından okunan bir yazar olmayı yeğlediğini belirtir içtenlikle.

    Vatandaş takma adını kullanan anlatıcı -yazar, yaşadığı günün edebiyat ortamını, yapıtların düzey düşüklüğünü, her şeyin metalaşıp ayağa düşüşünü etkileyici bir dille eleştirirken, yazarları ve okurları da yüzleşmeye çağırır alttan alta:

    Dünya iyice değişti: başka sonuç beklenemez artık, kolay kolay başka sonuç beklenemez: bayağılıkların bolluğu kafaları, gönülleri köreltti, güzeli çirkinden, yanlışı doğrudan seçilmez duruma getirdi: kötü yazar iyi yazarı kovdu.. Bu durumda, emeğimin tüm karşılığı biraz para, biraz da ün olacaktı. Ben adsız özgürlüğü seçtim. Üzgün de değilim doğrusu. Senin ve benzerlerinin başarılarını gördükçe, silinmişliğimin değerini daha iyi anlıyorum. (s.19)

    Anlatıcının eleştirel, ironik söylemi bütün metne sinmiş durumdadır. Anlatıcı, aynı zamanda, başından geçen öyle tuhaf olaylar anlatır ki, kara mizahın doruğa ulaştığı görülür bu anlatımlarda. Şaban Baş, yalnızlığa ve alkole sığınmıştır; kimi kimsesi yoktur, yalnızlık onun yaşama biçimine dönüşmüş durumdadır. Düşünmesi, olayları yorumlaması ve içinden yükselen sesleri şiir ve yazıya dönüştürmesi için yalnızlığa ihtiyacı vardır. Ruh dünyasının da karmakarışık olduğuna, sıklıkla polis tarafından izlendiğini vehmettiğine tanık oluruz. Karşılaştığı ya da yeni tanıştığı kişilere kuşkuyla yaklaşır Şaban Baş, onların gizli polis olmalarından kuşkulanır. Bu kuşkular yer yer korkuya dönüşür, sorunlar ve çelişkilerle dolu iç dünyasında.

    Anlatıcı, bireysel anlamda yaşadığı olayların yanı sıra toplumsal olarak yaşananlardaki sahtelik ve tutarsızlıkları sergileyip sorgulayarak, hem söylediklerinin muhatabı olan yazarı hem de dolaylı olarak bizleri uyarır. Gerçeğin yitimi, her yerin yalanla dolup taşması, insanların yalanlara ve söylenlere saflıkla inanarak gerçeğin yerine yalanı koymalarını tam anlamıyla toplumsal bir “mesele” olarak görür:

    İnsanlarda gerçekleri çığlıklardan ayıracak kulak mı kaldı? Sözcüklerde gerçekleri dile ge tirecek güç mü var? Kalabalıklar önünde, çığlık çığlık söylenenler söz değil, gösteri yalnızca! Bu nedenle sesler yükseldikçe gerçek siniyor, söylevler ve söylevciler çoğaldıkça gerçek çekiliyor ortalıktan, şu dünyada gerçek diye bir şey olmuş muydu, olmuşsa neydi, yavaş yavaş bunu bilme olanağı bile kalmıyor, öykünme içinde bir öykünmedir sürüp gidiyor. (s.21)

    Aynı sayfada Vatandaş’ın başka cümleleri de oldukça çarpıcı: “Benim yolum parlak bir yol değil belki, belki fazla bir etkenliği de yok, ama yalanlar içinden geçmiyor hiç değilse, hiç değilse yalanlara bulanmıyor, hiç değilse benim kendi yolum.” (s.21) Politikacılar da yazarlar gibi, Vatandaş’ın samimi eleştirisinden nasibini alıyor böylece. Vatandaş; topluma yön veren yazarların, aydınların ve politikacıların sürekli olarak ezberler üzerinden konuşup yazdıklarını, tekrarlanan ezberlerin ve klişelerin toplumda yaratıcılığı ve yeni fikirleri yok ettiğini belirtiyor. Ezberlenen cümlelerde içtenliğin ve sahiciliğin kalmadığını; dolayısıyla insana özgü duyguların da giderek köreldiğini ifade ediyor.

    Tahsin Yücel’in pek çok yapıtında odağa alıp ince ince işlediği “yalan” ve “gerçek” karşıtlığı, onun ilk dönem romanlarından biri olan Vatandaş’ta sıra dışı anlatıcı Şaban Baş aracılığıyla, ironi ve kara mizahın müthiş bir yergiyle buluştuğu iğneleyici bir dille ifade ediliyor. Vatandaş’ın anlatıcısı, hayatında doğruları, sahiciliği ve içtenliği merkeze alarak yaşıyor.

    İnsanların kabullenmek zorunda kaldığı kimi yalanları, göz boyayanların sahtekârlıklarını, toplum içinde aydın geçinenlerin ikiyüzlü ve samimiyetsiz davranış kalıplarını, hitap ettiği yazara büyük bir şevkle ve içtenlikle gösterirken, okur olarak bizim de gerçeklerle ve doğrularla buluşmamızı, farkında olmadan ya da çıkarlarımıza uyduğu için benimsediğimiz yalanlarla yüzleşmemizi sağlıyor. Hayat kurmacaya dönüşürken, kurmaca da hayata dönüşüyor; böylece, sonsuz bir diyalektiğin sarmalı içinde hakikat ağları en sağlam şekilde örülüyor.

    Romandan alıntıladığımız cümlelerden anlaşılacağı üzere, Vatandaş, düşünsel nitelikte olan, yer yer deneme tatları alınan özgün, özgür ve farklı bir roman. Tahsin Yücel, bu romanıyla roman kalıplarının da sınırlarını zorluyor; anti kahramanı Vatandaş üzerinden toplumsal yergi ve eleştirisini yükseltirken, aynı zamanda gerçekleri, doğruları sorgulayan deneme cümleleriyle, yaratıcılığı yok eden tekrarları ve yerleşik düşünsel kalıpları kırmaya çalışıyor. Toplumsal koşullanmalara, dogmalara dikkat çekiyor.

    Şaban Baş, nişanlısını geçkin, şişman ve çirkin bir kadınla aldattığını itiraf ederek başlıyor “ayakyolu yazarlığı”na:

    Böyle işte, korkunç bir utanç duygusuyla başladı benim yaratıcılığım. İstemeye istemeye, daha da kötüsü tiksine tiksine aldatıyordum nişanlımı. Nişanlımı aldatmama sebep olan kadını hiç mi hiç sevmiyordum o zamanlar, sevmek şöyle dursun, elden geldiğince uzak duruyordum zavallıcıktan. Dedim ya, oldukça çirkin bir kadındı, şişmandı bayağı, bayağı da geçkindi. Hem de neredeyse bir yıldır nişanlıydım ben. Ama dayanamıyordum, karşı duramıyordum bir türlü: beni ezen, beni aşan, istencimi sıfıra indiren bir gizli güç vardı sanki işin içinde.(s. 28)

    Bu sözlerle, bir yıldır nişanlı olduğu genç, güzel ve hoş bir kız olan nişanlısını aldattığını; bu duruma bir türlü karşı koyamadığını, kendi zayıflığı ve iradesizliğini, içindeki pişmanlığı, yaşadığı vicdan azabını dile getirmek ve itiraf etmek için umumi tuvaletlerin duvarlarına gizlice yazı yazmaya başladığını belirtiyor. Böylece, pek çok kişi tarafından okunacağı için yaşadığı pişmanlığın ve iç sızısının biraz olsun hafifleyeceğini umuyor. Bu konuşmasından anlaşıldığına göre anlatıcı, duygularına karşı koyamayan, içi çelişkiler ve pişmanlıklarla dolu, zayıf, güçsüz ve iradesiz bir adamdır. Doğruluğa ve içtenliğe büyük önem vermesine rağmen kendisi de aynı yalan ve aldatma girdabına sürüklenmiştir.

    Tahsin Yücel, anlatıcısının ideal bir karakter olmadığını, zayıflıkları, kötücül yönleri, yalanları ve aldatmalarıyla sıradan bir insan olduğunu da sezdirmektedir. Roman sayfaları ilerledikçe ve anlatıcının konuşmaları çoğaldıkça, onun yalnızca sıradan biri olmadığını, aynı zamanda bir anti kahramanın özelliklerini de taşıdığını fark ediyoruz. Vatandaş, toplumun dışında kalmayı yeğleyen, ironik ve iğneleyici sorgulamalarla kendini, hayatı ve insanları eleştiren, adeta yer altında yaşayan bir karakter… Kendini aşağılayan, hatalarını affetmeyen, o nedenle kendisinden de nefret eden bir Dostoyevski karakteri gibi… Yaşadığı odanın betimlemeleri, bizi bir Dostoyevski kahramanının odasına alır götürür sanki:

    O zamanlar yani daha bu sonsuz yola baş koymadığım sıralarda, gene onun kırık dökük, küçücük evinin alt katında, daracık bir odada otururdum. Odanın darlığı yüzünden hepsi birbirine bitişik duran bir iskemlem, bir ufak masam, bir yatağım, bir de kapağı kırılmış dolabım vardı. Kitaplarım yerde üst üste yığılı dururdu. Duvarların sıvaları dokundukça dökülürdü. Zavallı bir odaydı kısacası. (s.29)

    Tahsin Yücel, Vatandaş’ın Sunuş yazısında romanı için şunları da belirtmiştir:

    Ben kendi öznel belleğime dayanarak, şu elinizdeki kitabın Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ının, Duhamel’in Salavin’lerinin, Camus’nün Düşüş’ünün arkasına takıldığını söyleyebilirim. Kuşkusuz, üç aşağı beş yukarı aynı özellikleri sunan başka anlatılar da katılabilir bunlara. Örneğin Sait Faik’in çoğu öyküleri, diyelim ki Lüzumsuz Adam, diyelim ki Haritada Bir Nokta, diyelim ki Eftalikus’un Kahvesi, diyelim ki Kafa ve Şişe, türün en başarılı örnekleri arasında anılabilir. (s.9)

    Tahsin Yücel’in bu cümleleri, roman metninin tematik yönden ve kahramanlar açısından yakın olduğu akraba metinleri de göstermektedir.

    Gerçekten; Şaban Baş, Vatandaş veya arada bir ortaya çıkan Volkan Taş adlarıyla üç kimlikli anlatıcı; açık bir söylemle, başından geçenleri, düşündüklerini, eleştirel yorumlarını, ikinci bir kişiye içtenlikle dile getirirken biz de onun iç dünyasını, geçmişte yaşadıklarını netlikle görürüz. Yoksul bir evde büyüyen anlatıcının, çocukluğunda tek göz odada annesi ve kız kardeşiyle bir arada yaşadığını öğreniriz. Geceleri yere serilen şiltede annesi ve kız kardeşiyle yan yana uyuyan anlatıcının, henüz küçük bir çocukken bile yalnız, özgür olabileceği ve tek başına kalabileceği bir mekân arayışı içinde

    olduğunu öğreniriz o içtenlikli söyleminden. O yıllarda bu işlevi gören tek yer, sadece evin dış tarafında bulunan tuvalettir. Çocukluğundan itibaren yalnızlık ve özgürlük mekânı olarak seçmek zorunda kaldığı “ayakyolu”, daha sonra anlatıcının iç dökümünün ifadesi olan yazılara ve şiirlere de mekân olacaktır.

    Roman ilerlerken anlatıcıyla ilgili daha pek çok olayın varlığından da haberdar oluruz. Aldatmaların, ihanetlerin sadece sevgililer değil, dostlar arasında da olabildiğini görürüz. İnsanların yalanlar ve yanılsamalar dünyası içinde değerlerini ve güzelliklerini nasıl yitirdiklerini fark ederiz. Romanda öyle bir olay var ki, hem olayı bizzat yaşayan Vatandaş açısından hem de okur açısından oldukça şaşırtıcı ve çarpıcı nitelikte. Bir bakıma roman kurgusu içinde romanın diğer kahramanları tarafından oluşturulan bir kurguya kapılıp gidiyor Vatandaş, sonra da gözleri gerçekleri görmeye başlıyor. Biz de onun anlattıkları üzerinden düşünüyor; “meğer her şey bir kurguymuş, bir yalanmış, her şey sahteymiş, pes!” diyoruz… Bu, öyle bir noktadır ki; nişanlısını aldattığı için üzülen Vatandaş’ın tamamen bir kumpasın içine çekilmiş olduğunu; nişanlısının da nişanın da sahte olduğunu, aldatıldığını fark edip gözünün gerçeklere açıldığı tam bir kırılma noktasıdır aslında. Müdürü ile nişanlısının uzun zamandan beri sevgili olduklarını; evli müdürün ilişkisinin kamufle edilmesi için Vatandaş’a bu nişan oyunun kurulmuş olduğunu biz de öğreniveririz. Aldatan, aldatılana dönüşmüştür; daha doğrusu, karşılıklı bir aldatma durumu söz konusudur. Ancak nişan oyununu diğerleri daha önce kurmuş olduğu için, Vatandaş’ın geçkin, şişman kadınla ilişkisi, bir aldatma olmaktan çıkmış; masum bir duruma dönüşmüştür. Geçkin, şişman ve çirkin sevgilisi, tüm içtenliğini, yalansızlığını ve çıplaklığını; çekinmeden, kendini gizlemeden ona olduğu gibi gösterdiğinde, Vatandaş, kendisini asıl sevenin ve asıl sevdiğinin bu kadın olduğunu derinden hisseder. Çünkü Vatandaş için samimiyet ve sahicilik her şeyden önce gelmektedir. Ayrıca eski müdürü tarafından kendisine yüksek paralar karşılığı önerilen dergi yazarlığını da geri çevirerek onurunu korur.

    Roman, son sayfalara doğru, anlatıcının heybetli felsefi söylemleriyle ve yaşadığı coşkuyu ifade ettiği cümleleriyle daha etkileyici bir hal alıyor. Egemenlerin yalan bir dünya sunumunun arka planı; kof, içi boş ve yuvarlak sözlerle sağladıkları egemenliğin eleştirel anlatımları insanı derinden sarsıyor. Egemenlerin sürekli olarak “bir şeyleri bildirdiklerini”, bildirdiklerinin içeriği ile ilgilenmediklerini, kof sözlerin bildirimlerinin hayata egemen olmasını, güçlü bir ironik söylemle dile getiriyor Vatandaş. Platon’un mağarasındaki insanların duvardaki gölgeleri gerçek diye algılamalarını hatırlatıyor öncelikle. Yaşadığımız güncel olaylarda da gerçeklerin gölgelerle karıştırıldığını, yalanların her yerde çoğaldığını dillendiriyor ve böylesi bir ortamda kendi açık, gerçekçi, içtenlikli ve doğru duruşunu ifade ediyor:

    Hep böyle yoksul kalmak pahasına da olsa, sizin gittiğiniz yolların hiçbirine sapmadım ben, sapmıyorum, sapmayacağım. Oyunu yadsıyorum, aldatmacayı yadsıyorum: susanlar arasında, en zorlu haykırışları bile sessizliğin berisinde kalanlar arasında, hep kendi kendim olarak, hep kendi bulunduğum yerden kendi öz sesimle sesleniyorum. Bu yalanlar ve doğrular kargaşasında, sizler yalnızca bildirmekle kalırken, ben anlatmak, anlaşmak istiyorum, anlatmaya, anlaşmaya çabalıyorum. Herkesin gırtlağını yırtarcasına bağırdığı yerde, herkese birden seslenmeye kalkmıyorum sizler gibi, sözlerim kolaylıkla yutulsun diye yalana özdeş olacak ölçüde yuvarlaklaştırmıyorum onları, sizin kaypak dilinizi kullanmıyorum. Kanlı canlı sözcüklerle, yaşayıp duyan insanın somut ve içten sesiyle sesleniyorum benzerlerime, hem de kendi kendileriyle en içli dışlı oldukları yerde, yalanın yalanlığını, doğrunun doğruluğunu gizlemek gereksinimini hiçbir zaman duymadığı noktadan sesleniyorum. Uğultudan uzak bir ses benimki, düzensiz, ezgisiz, dağınık ama olabildiğince candan, olabildiğince insanca bir türkü. (s. 154)

    Bu cümleler, dilin aynı zamanda bir iletişim ve karşılıklı anlaşma aracı olduğunu; yalnızca içtenlikli, candan, insanca bir dil içinde anlaşma sağlanabileceğini; tek yönlü, içeriksiz ve boş bildirme cümlelerinin toplumda sadece uğultuya, gürültüye ve kargaşaya sebep olduğunu düşündürüyor bizlere. Uğultu ve gürültünün bulunduğu yerde karşılıklı anlaşma olmadığı gibi, insana özgü değerlerin de aşındığını söyleyebiliriz. Değer kargaşası, gerçeklerin ve doğruların yitirilmesi, toplumu müthiş bir kaosa sürüklüyor. Vatandaş’ın söylediklerinden çıkarsadığımıza göre; her şeyin çözümü içtenlik, saflık ve doğallıkta… İnsanlığı ve toplumları bu değerler kurtarabilecektir ancak…

    Tahsin Yücel, “Tabular, söylenceler, inançlar gerçek düşünceyi saptırır, çürütür.” der. Vatandaş, Tahsin Yücel’in bu savını doğrular nitelikteki olay durum ya da düşünceleri taşıyan bir roman metnidir. Prof. Dr. Bahadır Gülmez’in ifadesiyle:

    İzleksel açıdan bakılırsa Vatandaş’ın çevresindeki kişilerin oluşturduğu söylem düpedüz gürültülüdür ve bir uğultu gibidir ve bunun yapıcıları, politikacılar, aydınlar, yazarlar ve medyadır. Öykü boyunca, söylemek, anlatmak, yazmak, bildirmek üstüne kıymetli düşüncelere dalarız. Gerçeği yansıtmayan ama gerçek etkisi yaratan söylemleri dert edinmiştir yazarımız. Bir söylem tutturmanın yolları, doğru gösterme, doğruyu söyleme ve doğru gibi görünmenin hallerini anlatı düzleminde sözle vermeye yeltenen önemli bir metindir bu. (4)

    Anlarız ki gerçek, asla “gösterilen” değildir modern çağın gösteri toplumunda.

    Tahsin Yücel, anlatılarının odağına insanı ve toplumu alan bir yazardır. Nedret Tanyolaç Öztokat’ın belirttiği gibi:
    Modernleşme, toplumsal dönüşümler, bireyin çevresiyle ilişkisindeki gerçeklik/yanılsama ikilemi Tahsin Yücel’in yapıtında önemli bir anlam katmanı oluşturur. Modern yaşamı, insanların yazgısı temelinde değerlendiren yapıt böylece yaşamın bir aynası olarak içinde yaşadığımız gerçekliği yeniden sunar. (5)

    Vatandaş’ın asıl meselesini bu anlam katmanı oluşturmaktadır. Gerçekliğin ve yanılsamanın birbirine karıştığı modern zamanlarda insan gerçeğin mi yoksa bir düşün içinde mi yaşadığını tam olarak kavrayamaz. Çünkü egemen güçlerin dolaylı ya da dolaysız emrinde olan politikacılar, yazarlar ve aydınlar durmaksızın basmakalıp ifadelerle konuşmakta ve yazmaktadır; gerçeğin algılanmasında sıkıntılar, sorunlar yaşanmakta, onların çıkardığı bu gürültü yüzünden sözler netlikle duyulamamakta ve gerçekler görülememektedir. Her yerde olduğu gibi insan beyinlerinde de yanılsama zincirleri oluşturulmuştur; bu zincirler doğruyu ve gerçeği özgürce bulmayı engeller.

    Vatandaş yayımlandığında yıl 1975’ti. Aradan yıllar geçti ve 2000’lerin başlarında “sanal gerçeklik” dediğimiz bambaşka bir gerçeklik katmanı da hayatımıza etkin bir biçimde dâhil oldu. Vatandaş’ın kaleme alındığı yıllarda internet, sanal ortam, sanal gerçeklik gibi teknolojik yenilikler bu denli etkili değildi; henüz bilimsel araştırma aşamasındaydı. Tahsin Yücel, 1996’da yeniden gözden geçirilen ve bazı eklemeler yapılarak yayımlanan Vatandaş’ta insanları gerçeklik ve yanılsama ikilemine düşürenlerin, daha çok politikacılar, ideologlar, yazar ve entelektüel çevrelerinden gelmesi durumunu analiz ediyor; yalanları üretenler ya da gerçeği çarpıtanlar arasında medya ve yayıncılık dünyasının etkin rolüne de dikkat çekiyor.

    Vatandaş, yazınsal türde metinler kaleme alan bir roman kişisi olduğu için, onun aracılığıyla özellikle yazar ve sanatçı çevrelerinden yansıyan algılamalara, daha doğrusu algı bozulmalarına odaklanıyoruz asıl olarak. Egemen güçler, algılarımızla sürekli oynadığı için gerçeğin ne olduğu konusunda kuşkular oluşmakta; yalanla gerçeğin sınırları birbirine karışmaktadır.

    Modern insan, gerçeğin yitimi ve doğrularla yanlışların daimi karmaşası nedeniyle kaygılı, huzursuz ve bunalımlıdır. Günümüzde algılar sürekli değişmekte; gerçeğe ve doğrulara dair ciddi kuşkular duyulmaktadır. Her şey akışkan, her şey kaygan ve değişkendir. Sabitin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Değerler, düşünceler, normlar hızla değişip başkalaşıyor ve göreceli bir nitelik kazanıyor. Tahsin Yücel, güçlü bir öngörüyle bu gerçeklik karmaşası ve algı oyunlarına daha o yıllarda dikkatimizi çekmekte; bir bakıma, anlatıcısı Vatandaş’ın ironisi ve kara mizahı aracılığıyla okurlarını uyarmaktadır. Bu noktada Vatandaş, bir anti- kahraman olduğu halde olumluya, doğruya ve gerçeğe götürmektedir okurları. Kısacası, Nedret Tanyolaç Öztokat’ın vurguladığı gibi, “Toplumsal yaşamın hızla değişen dinamikleri içinde türetilen davranış biçimleri Tahsin Yücel’in anlatılarında belirginlik kazanır. Alt üst olmuş değer dizgelerinin egemen kılındığı çağdaş söylenleri aktarır anlatılar.”(6)

    Tahsin Yücel’in eserleri hakkında Prof. Dr. Osman Senemoğlu’nun önemli bir tespiti vardır: “Tahsin Yücel imzasını taşıyan bir yapıtla karşılaştınız mı, o yapıt hem Tahsin Yücel’in ‘ne söylediğini’ öğrenmek için okunur hem de ‘nasıl söylediğinin’ tadına varmak için.”7 Bu düşüncelere katılmamak olanaksız. Gerçekten, Tahsin Yücel özellikle kurmaca yapıtlarında biçimle içeriğin dengesini, uyumunu ve estetik açıdan bütünselliğini dikkatle gözeten bir yazardır. Dili de mimari bir yapı estetiği içinde kurgular.

    Onun romanlarında kurgu, biçim ve içerik, yaratıcı bir bütünlük oluşturur. Tahsin Yücel, neyi nasıl anlatacağının, nasıl kurgulayacağının bilinci içindedir daima. İçerik ya da töz; kurgu, biçim ve dili belirler. Bu konuda şunları dile getirir:

    Bir ustalıktan söz edilebilir mi bilemem, ama romanda olsun, öyküde olsun, incelemede olsun, kurguya önem veririm; çoğu durumlarda yapıtın belkemiğidir. Şu var ki kurgu için kurgu değildir benim aradığım. Kurguyu yapıtın içeriği ve başka biçimsel öğeleriyle bağlantılı olarak tasarlamaya çalışırım.8 (…) Bir de tek başına biçim benim için bir anlam taşımıyor, içeriğin kendi biçimini getirmesi gerektiği kanısındayım.(9)

    Dile, edebiyata akademik disiplin içinde yaklaşan Tahsin Yücel, akademik araştırma ve inceleme yazılarının yanı sıra önemli edebi eserlere; öykü ve romanlara, nitelikli denemelere yaratıcı imzasını atmış usta bir yazı insanıdır. Yazmayı bir “sorgulama” ve “paylaşma edimi” olarak gördüğünü belirten Tahsin Yücel, sıra dışı ve düşsel nitelikler taşıyan roman kahramanları ve anti kahramanları aracılığıyla hayatımıza düşünce ve yüzleşme pencereleri açar. Yaşadığımız güncel gerçekliğe dışarıdan, eleştirel ve sorgulamalı bir bakış açısıyla bakan romanları ve kahramanları, içimizde derinleşerek hayatımızı anlam zenginliğine kavuştururlar. Tahsin Yücel, roman yoluyla eleştiri gözlüklerini takmamızı sağlarken, kendi bakış açısını, donanımını, dil yetisini ve hayal gücünü, roman metni içinde kahramanı aracılığıyla konuşturur.

    Tahsin Yücel’in romanlarında bir kahraman olmak, başka romanların sayfaları arasında yaşayan diğer kahramanlardan daha farklı bir duruş, düşünüş ve yaşayış tarzı içinde olmayı gerektirir. Aynı anda birçok kimliği ile var olabilmeyi; özgürlüğü ararken yalanların ve yanılsamaların içinde tutsak kalmamayı; yanılsama zincirlerini, sorgulama, eleştirme ve yüzleşmenin ironik ve mizahi gücüyle kırabilmeyi de gerektirir ayrıca.

    Bir bakıma Vatandaş gibi çok boyutlu, kendine özgü söylemi içinde çoğalan bir roman kişisi olmak, başka roman kişilerine göre bir farklılık ve bir şanstır. Çünkü Vatandaş, dil içinde var olan, dil ve söylem yoluyla hiçleşmekten kurtulmayı başaran ve okurun gözünü gerçeklere açabilen katıksız saf ve samimi bir roman kişisidir. Vatandaş, yaşadığımız “gerçekyalanların” müthiş bir parodisini metin içi dünyada gerçekleştiren kişidir. Fethi Naci’nin sözleriyle ifade edersek, “Tahsin Yücel’in Vatandaş’ı, 1975 ve 1996 baskılarının karşılaştırılmasının da göstereceği gibi, her sözcüğü üzerinde kılı kırk yararcasına çalışılmış, içerik bakımından da, iletisi bakımından da mükemmel bir anlatı örneği, okuması da, eleştirisi de mutluluk veren bir başyapıt. Vatandaş’ın eleştirileri, hepimizi özeleştiriye çağırıyor.” (10)

    Edebiyatımızın en sıra dışı hayali yazarı Vatandaş, kendisini yaratan değerli edebiyatçı Tahsin Yücel gibi, roman sanatının ölümsüz sayfalarında ebediyen var olmayı sürdürüyor.

    1- Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, s.347.
    2- Feridun Andaç, Geliştirdiği Anlatıcı Bakış’ın Bir Söylen Anlatıcısı Olarak Tahsin Yücel Nedret Tanyolaç Öztokat, (yayına hazırlayan) Söylem, Söylen, Yazın, Tahsin Yücel’e Armağan, s. 79.
    3- Feridun Andaç, Geliştirdiği Anlatıcı Bakış’ın Bir Söylen Anlatıcısı Olarak Tahsin Yücel, Nedret Tanyolaç Öztokat, a.g.e, s: 83.
    4- Prof. Dr. Bahadır Gülmez, Tahsin Yücel Dizini, Nedret Tanyolaç Öztokat, a.g.e. s. 55.
    5- Nedret Tanyolaç Öztokat, Sunu, a.g.e, s.13.
    6- Nedret Tanyolaç Öztokat, Sunu, a.g.e, s.13.
    7- Prof. Dr. Osman Senemoğlu, Tahsin Yücel ve Söylem Sorunu, Nedret Tanyolaç Öztokat, a.g.e, s.37.
    8- Tahsin Yücel, Sözcüklerin Diliyle Konuşmak, Aktaran: Feridun Andaç, Nedret Tanyolaç Öztokat, a.g.e, s. 82.
    9-Tahsin Yücel, Sözcüklerin Diliyle Konuşmak, Aktaran: Feridun Andaç, Nedret Tanyolaç Öztokat, a.g.e, s.83.
    10- Fethi Naci, Yüz Yılın 100 Türk Romanı, s.470.

    Kaynakça:
    Fethi Naci, Yüz Yılın 100 Türk Romanı, İş Bankası Kültür Yayınları, Haziran 2010. (4. Baskı)
    Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, İletişim Yayınları, 2015.
    Nedret Tanyolaç Öztokat, (Yayına Hazırlayan) Söylem, Söylen, Yazın, Tahsin Yücel’e Armağan, Can Yayınları, Mayıs 2015.
    Tahsin Yücel, Vatandaş, Can Yayınları, Ağustos 2012. (3. Basım)
    Tahsin Yücel, Sözcüklerin Diliyle Konuşmak/Tahsin Yücel İle Yüz Yüze, Dünya Kitapları, 2003.

     

     

    romankahramanlari

    admin replied 6 months ago 1 Member · 0 Replies
  • 0 Replies

Sorry, there were no replies found.

Reply to: admin
Bir Anti Kahraman Olarak Vatandaş* Makale Yazarı:…
Cancel
Your information:

Start of Discussion
0 of 0 replies June 2018
Now