Bilimkurgunun Kaçak Yolcusu: Stanislaw Lem
-
Bilimkurgunun Kaçak Yolcusu: Stanislaw Lem
Bilimkurgunun Kaçak Yolcusu: Stanislaw Lem*
Makale Yazarı:Bahri Doğukan Şahin
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ocak/Mart 2021, 45. sayıda yayımlanmıştır.
Hayatı ve Yazarlık Kariyeri
Günümüzde Ukrayna sınırları içinde yer alan, 1921’de Polonya’ya bağlı bir şehir olan Lviv’de doğan Stanislaw Lem, 1941’e kadar öğrenimine bu şehirde devam etti. 2. Dünya Savaşı’nı yakından deneyimleyen Lem, tıp öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı ve savaş yıllarında kaynakçılık, teknisyenlik ve otomobil tamirciliği gibi işlerle uğraştı. Savaşın sonlanmasıyla birlikte öğrenimine devam ederek tıp doktoru unvanını elde eden Lem, bilim insanı kimliğinin yanına yazarlığı da ekleme kararı alarak sanatsal aktivitelere daha fazla ağırlık verdi ve tam zamanlı bir yazar hâline geldi.
İlk romanını (Marslı Adam) 1946’da tefrika olarak çıkaran Lem’in basılı ilk romanı (Astronot) ise 1951’de yayımlandı. Yazarın birçok eseri de Rus rejiminin baskıcı politikaları yüzünden başka ülkelerde yayımlanmak zorunda kaldı. Yazarlığının ilerleyen dönemlerinde Lem bu baskıcı politikaları bazı eserlerinde dile getirecekti. Birçok üniversitede fahri doktora unvanlarına layık görülen Lem’in ulusal ve uluslararası birçok ödüle sahip olduğunu da belirtmek gerek.
Savaşın, Lem’in üzerindeki etkisi bir hayli geniş oldu ve savaş yıllarında toplama kamplarında gördüklerinin ardından mezun olsa dahi artık doktorluk yapmak istemediğine karar vererek başka alanlara yöneldi. Yaşadıkları ve büyük bir cesaretle almış olduğu kararlar Stanislaw Lem’i günümüzün en popüler bilimkurgu yazarlarından biri hâline getirdi.
Psikoloji, sosyoloji, felsefe ve iletişim gibi alanlara olan ilgisini yazarlıkla ilişkilendiren Lem, yoğun romanlara imza atarak sosyal bilimler alanındaki başarısını perçinledi. Kariyerinin zirve noktası olarak görülen Solaris de dâhil olmak üzere birçok yapıtında iletişim konusunu irdeleyen yazar, bilimkurgu camiasında kendinden önceki yazarların yapmadıklarını yaparak ve yapılanların üzerine daha fazlasını koyarak farkını belli etti. “Bilimkurgunun Aristokratı” olarak anılan Stanislaw Lem, bu alanda tartışmasız bir önder olduğunu herkese kanıtladı.
Sık Kullandığı Temalar
Sosyal bilimlere yatkınlığıyla bilinen Stanislaw Lem’in eserlerinde bu durum rahatlıkla gözlemlenebilir. Zaman zaman doğa bilimlerinden de faydalanan Polonyalı yazar her ne kadar kendisini bilimkurgu yazarı olarak tanımlamasa da bahsettiği her bilim dalı için çeşitli öngörülerde bulunur ve bilim insanı olmasının hakkını layıkıyla yerine getirir. Bilime bakış açısını karakterleri aracılığıyla açığa çıkaran Lem’in öykü ve romanları bilim sevdalısı karakterler barındırmasının yanı sıra, bilime karşı tavır alan karakterler de barındırır. Yıldızlardan Dönüş romanının başkarakteri Hall Bregg bu iki durum için de güzel bir örnektir: Yıldızlara giderken âdeta omuzlarda taşınan Bregg’in dünyaya dönüşünü kimse umursamaz. Dünyayı hayal bile edilemeyecek bir geleceğe taşıyan bilim, Bregg için hayatını elinden alıp koparan bir lanetten başka bir şey değildir.
Solaris kitabına ek olarak, Aden, Yenilmez, Dünya’da Barış, Yıldız Güncesi ve Fiyasko gibi romanlarında, karakterlerini uzayda yolculuklara çıkaran ve okurlarına başka dünyaların kapılarını aralayan Lem, yarattığı her karakterin psikolojisine de değinmeyi ihmal etmiyor. Öykü ve romanlarını gerçekçi kılan konulardan biri olan bu durum, Lem’in diğer bilimkurgu yazarlarıyla arasına mesafe koymamızı sağlıyor.
Lem’in alametifarikalarından biri olan “iletişim” olgusu birçok hikâyesinde karşımıza çıkıyor. Solaris’te, gezegen hakkında bilgi toplamak amacıyla oraya giden astronotların sonuçsuz kalan çabalarına tanıklık ederken, Aden’de gezegene ayak basan bilim insanlarının gezegendeki esrarengiz yapılar ve varlıklar hakkındaki araştırmalarını gözlemliyoruz. Yenilmez romanında karşımıza çıkan robotik uygarlığın neden orada bulunduğunu anlayamayan insanların, uzayın sonsuzluğu ile insanın yalnızlığı arasında kurdukları bağı son derece etkili bir şekilde ortaya koyan Lem, Yıldız Güncesi, Fiyasko ve Dünya’da Barış gibi romanlarında da yine bu konuyu irdelemeye devam etmiştir.
“Uzay yolculuğu, insanoğlunun merakının en özlü ifadesidir.” der Stanislaw Lem. İnsanların uzaya açılmasının nedenlerinden birinin dünyadan ve sorunlarından kaçmak olduğunu söyler ve bir diğer unsur olarak da “merak”ı ön plana sürer. Gökyüzünde neler olduğunu ve bu koca evrende yalnız olup olmadığını merak eden insanların bir şekilde yıldızlara ulaşmak istediğinden bahseder. Carl Sagan’ın da bir sözünde vurguladığı üzere, eğer insanlık evrende yalnızsa bu çok büyük bir yer israfı anlamına gelir. Bu düsturla yola çıkan Lem, yapıtlarının bilimkurgu sınıfında değerlendirilmesinden zaman zaman rahatsızlık duyduğunu dile getirse de uzaya olan merakı onu bu konular üzerinde yazmaya itmiş ve ortaya bilimkurgu edebiyatının mihenk taşlarını oluşturan dev eserler çıkmıştır.
Lem bilimkurgunun hemen hemen bütün alanlarında kalem oynatmış olsa da robot öykülerinin yeri birçok okuru için apayrı anlamlar taşır. Asimov’un ardından bilimkurguda robotları en çok kullanan yazarlardan biri olan Lem’in bu mekanik canlılara duyduğu ilgi yadsınamaz. Lem’in robot öyküleri Asimov’unkilere nazaran daha mizahi ve kuralsızdırlar. Asimov’un kuralcı ve öngörülebilir robotlarının aksine Lem’in robotları genelde başına buyruk olduklarından, sorunları da büyük olur ve çözümleri de yine doğaçlama bir şekilde gelişir.
Lem’in robot kavrayışının en büyük zaafı, onların zaman zaman mekanik canlılar olarak algılanmasını zorlaştıracak seviyede absürt kurgularıdır. Asimov’un robot öykülerinde insan eliyle yapılmış, bir dizi kurala bağlı şekilde oluşturulmuş ileri bir yapay zekâya sahip robotlar karşımıza çıkarken; Lem’in robot öykülerinde kuralına/kaidesine, nasıl programlandıklarına vs. bakmadan kendimizi bir anda bir robot uygarlığı içinde buluruz. Asimov, robotlarının içine düştüğü ikilemleri, açmazları, sorgulamaları ve insanlarla olan ilişkilerini içeren kurgular tasarlarken Lem daha çok, robotların kendi aralarında geçen hikâyeler kaleme alır. Asimov, tasarladığı dünyalarda robotlarının yapım aşamasına ve tarihine de değinirken; Lem’de örneğin robotların yaşadığı bir krallıkla karşılaşırız ve o krallığın nasıl oluştuğu ve daha da önemlisi, kralların devrinde robotların ne aradığını merak eder dururuz. Bu farklılıkların merkezinde, her iki yazarın bilimkurguya karşı genel tutumları ve felsefi yönelimleri yatar: Asimov bir pozitivisttir. Dünyanın pozitif gerçekliğini olduğu gibi kavramaya çalışan, neden-sonuç ilişkileri çerçevesinde anlayan ve yorumlayan, bilime güveni sarsılmaz bir materyalist… Robotlara karşı geliştirdiği perspektif de aynı derecede mantık odaklı, bilimsel normlardan sapmayan, her gizemin makul bir çözüme ulaştığı akla yatkın bir vizyondur. Lem’in pozitivizmi ise daha eleştireldir: aklı ve mantığı idealize etmekten kaçınır. İnsan zihninin karmaşasını, tekinsizliğini, anlaşılmazlığını ve öngörülemezliğini vurgulayan, alt metinlerde siyasi hicvi eksik etmeyen ve tüm bunları yaparken bilimselliği pek de umursamayan bir tavra sahiptir. Hâliyle Lem’in kurgusal robotları da daha ziyade hicvin, mizahın, masalsılığın ve kuralsızlığın önermesi olurlar.
Eserleri Hakkında Kısa Kısa
Küvette Bulunan Günce ve Soruşturma kitaplarında polisiye sınırlarında gezinen Lem’in kendi hayatından izler taşıyan romanı ise Dönüşüm Hastanesi’dir. 2. Dünya Savaşı yıllarında geçen bu öykü, savaşın Lem üzerinde bıraktığı etkilerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Felsefe, siyaset ve istatistik bilimini harmanlandığı Kör Talih isimli kitabıyla bilimkurguya biraz daha uzak bir pencereden bakan yazarın odağı yine “insan”dır. Sahibinin Sesi romanında ise Sagan’ın “Contact” (Mesaj) hikâyesine benzer bir öykü kaleme alan Lem, dünya dışı akıllı yaşam ile iletişim kurmanın yollarını arar.
Gelecekbilim Kongresi ve Yıldızlardan Dönüş romanlarında daha sık karşımıza çıksa da hemen hemen bütün eserlerinde toplumsal bir eleştiriye imza atmaktan da geri durmayan bir yazar olma özelliğini taşıyan Lem, dünyanın içler acısı hâlini okurlarına anlatarak geleceğe dair uyarılarda bulunur Bilimkurguyu bir araç olarak kullandığını defaatle belirten Lem, kaleme aldığı öykü ve romanlarıyla geleceğe ışık tutan yazarların başında gelir.
Evrim konusu da Lem’in sık kullandığı temalardan biridir. Aden, Dünya’da Barış ve Yenilmez gibi kitaplarında evrim ve tersine evrim gibi konulara değinen yazarın derinlikli kurgularla okurlarına okuması keyifli romanlar armağan ettiği bir gerçek.
Anlattığı öykülerde insanın şimdi ve gelecekteki problemlerini masaya yatıran Lem, okurlarına olası bir akıllı yaşam bulunduğu takdirde insanlığın onlarla hangi yöntemlerle iletişim kurabileceğini, nasıl karşılık alınabileceğini ve bunun etkilerinin neler olabileceğini bilimin sınırları içinde son derece tutarlı bir şekilde aktarır. Yenilmez ve Fiyasko romanlarında da bu konuyu eşeleyebildiği kadar eşeleyen Lem, Aden ve Solaris’te söylediklerini tekrar etmemeyi başararak neden bilimkurgu alanında büyük bir yazar olduğunu kanıtlamıştır.
Stanislaw Lem’in en büyük başarılarından biri ise bazı romanlarında geleceğe dair sert öngörülerde bulunarak insanlığı ikaz eden bir yazar kimliğine sahip olmasıdır. Distopik kurgularıyla gerçekçi gelecek portrelerine imza atar ve o geleceğin gelmesi durumunda bizleri o anlara hazırlayacak hikâyeler anlatır. İnsanlığın kendi yarattığı makineler karşısındaki acziyetine de birçok yapıtında değinen Lem’in, belki de en çok korktuğu şeylerden biri budur. Makinelerin evrimleşmesi konusunun ciddiyetini anlatmak için bu alanda yazan Lem’in Yenilmez romanı bu açıdan bakıldığında hem önemli bir uzayı keşif ve yolculuk romanı hem de bir distopya romanı olarak görülür.
Yarattığı Karakterler Hakkında Kısaca
Tıp doktoru olarak mezun olan Lem, yaşamına tam zamanlı yazar olarak devam etse de birçok romanında doktor karakterlere yer vermiştir. Solaris’te başkarakter olarak okuduğumuz Kris Kelvin’in isminin başında “Doktor” ibaresi bulunur. Aden’de bir uzay gemisiyle Aden gezegenine inen 6 kişilik astronot ekibinden birinin mesleği hekimliktir. Diğer romanlarında da zaman zaman küçük rollerle doktorlara rastlamak mümkünken, Dönüşüm Hastanesi isimli romanı tamamen bu konu üzerine kuruludur. 2. Dünya Savaşı yıllarında Polonya’da genç bir doktorun bir akıl hastanesinde yaşadıkları üzerinden ilerleyen romanda Lem, ahlaki çözümlemelerde bulunur. İçeriğinde otobiyografik ögeler de bulunan romanın, yazarın diğer eserlerine oranla biraz daha geri planda kalmış gibi gözükse de aslında klasik bir Lem anlatısı ve güçlü bir eser olduğunu söylemek mümkün.
Stanislaw Lem’in roman ve öykülerinde sıkça karşılaştığımız konulardan bir ise şüphesiz “yalnızlık” olgusu. Solaris gezegenine inen ve mutsuz bir insan imajı çizen Dr. Kris Kelvin’in kendi iç dünyası yeterince karamsar değilmiş gibi bir de bu esrarengiz gezegenle uğraşmak zorunda kalması Solaris’i okuması zor bir kitap hâline getirmesinin yanı sıra, sürükleyici bir roman olmasını da sağlıyor.
Yıldızlardan Dönüş romanının kahramanı Hal Bregg’in yıldızlardaki seyahatinden sonra Dünya’ya geri dönmesinin ardından yaşadığı o ilk şoku okurlarına ustaca anlatmayı başarıyor Lem. Bregg artık hiç olmadığı kadar yalnızdır zira giderken bıraktığı dünyası ile geri geldiğinde bulduğu dünya arasında sayısız fark vardır. Bir çıkış yolu arayan Bregg, çareyi kendisiyle aynı sorunu yaşayan diğer astronotlarla iletişim kurmakta bulur.
Stanislaw Lem de tıpkı çağdaşı Philip K. Dick gibi karakterlerden çok, karakterlerin içinde bulunduğu örüntüyü ve çevresel faktörleri ön plana almayı tercih eder. Bunu mümkün kılmak için de sıklıkla kurucu değil reaksiyoner başkarakterler kurgular. Pek çok roman ve öyküsüne konuk ettiği popüler karakteri Ijon Tichy buna örnektir: Ijon Tichy, konuk olduğu kurgularda yapıyı gözlemleyen, anlamlandırmaya çalışan, tepki veren bir özne olarak göze çarpar. Olayların doğal akışına müdahale etmekten ziyade, olan biteni kendine has bir çerçeveden görerek okuyucuya tasvir eden bir tavra bürünür. Böylece okuyucu Ijon Tichy’nin merceğinden hikâyede olan bitenlere tanık olur. Eleştiri ve ironi dozu yüksek bir karakter olan Ijon, Lem’in yazmaktan en çok keyif aldığı karakterlerinin başında gelir. Bunun bir sebebi de Ijon’un Stanislaw Lem’in bizzat kendi kişiliğini temsil etmesidir kuşkusuz: Kanıksadığımız bazı insanlık durumlarına karşı mesafeli, alaycı ve sorgulayıcı bir canlandırmadır Ijon Tichy. Karakterin yer aldığı Yıldız Güncesi, Gelecekbilim Kongresi ve Dünya’da Barış gibi romanlarda uzayın derinliğinde yolculuktan yolculuğa koşan bu eğlenceli karakterin zaman zaman kendini yalnız hissettiğine de şahit oluruz. Bunun sonucunda ise felsefi bir ruh hâline bürünerek çıkarımlar yaptığını görürüz.
Eleştiri ve Mizah Dozu Yüksek Bir Yazar
Stanislaw Lem’in yazarlığını en iyi tanımlayan kelimelerden biri ise “absürt”tür. Özellikle kısa öykülerinden oluşan bir derleme olan Ölümlü Makineler’de daha yoğun bir şekilde kullandığı absürt unsurlar, okuru afallatır ve eğlendirir. Siberya, Yıldız Güncesi ve Gelecekbilim Kongresi romanlarında da yine karakterleri aracılığıyla absürt mizahın başarılı örneklerini sunan Lem, “güldürürken düşündüren” gibi klişeleşmiş bir cümleye başarılı bir şekilde ev sahipliği yapar.
İnsanın Bir Dakikası ve Mükemmel Boşluk gibi kitaplarında henüz yazılmamış kitapların eleştirilerini yazmak gibi sıra dışı bir fikirden yola çıkan Lem, gözlemleme yeteneğinin ne kadar gelişmiş olduğunu gözler önüne seriyor ve eleştirmen kimliğinin gücünü ortaya çıkarıyor. Hayali Büyüklük isimli kitabında da yine garip bir fikri hayata geçiren Lem, bu sefer de henüz yazılmamış kitapların giriş kısımlarını yazmaya çalışıyor. Amacı okurları o hayali kitapların varlığına inandırmak olan Lem, bunu son derece başarılı bir şekilde yapıyor.
Sinema ve Lem
Amerikan bilimkurgusu karşısında Avrupa’dan doğan bir güneş niteliği taşıyan Stanislaw Lem’in eserleri, hayal gücü bakımından oldukça zengin olsalar da sinemaya uyarlanma konusunda ne yazık ki ABD’li yazarlar kadar şanslı değildi. Belki de tek ve en büyük şansı, başyapıtlarından biri olarak görülen Solaris’in, ünlü Rus yönetmen Andrey Tarkovski tarafından sinemaya aktarılması olabilir. Bu uyarlamayla birlikte Lem’in adı daha geniş kitlelerce duyulmasına rağmen yazar, filmi “benim kitabımı anlatmıyor” diyerek eleştirmiştir. Solaris’in Tarkovski uyarlaması haricinde 2 filmi daha bulunurken, bunlardan biri Steven Soderbergh yönetmenliğinde çekilen 2002 yılındaki Hollywood yapımıdır. Bu filmi de beğenmeyen Lem’in aklındaki uyarlamanın tam olarak nasıl bir şey olduğunu bilemesek de en azından Tarkovski yönetmenliğindeki yapımın günümüzde bir klasiğe dönüşmüş olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Solaris için ortaya atılan komplo teorilerinden biri de, bu filmi Rusya’nın ABD’ye karşı “misilleme” olarak çektiği. Stanley Kubrick ve Arthur C. Clarke işbirliğinde ortaya çıkarılan 2001: A Space Odyssey (2001: Bir Uzay Macerası) hem edebî eser hem de sinema eseri olarak değerli bir yapım olsa da böylesine kaliteli iki filmi karşılaştırmak yerine izleyerek keyfini çıkarmak daha mantıklı bir seçenek olacaktır.
Birçok eleştirmene göre bilimkurgunun dünya çapında ciddiye alınmasını sağlayan yazarlar arasında gösterilen Stanislaw Lem’in sinemaya uyarlanan bir diğer eseri de Gelecekbilim Kongresi’dir. 2013 yılında The Congress ismiyle beyazperdede izlediğimiz filmin serbest bir uyarlama olduğunu söylemek gerek. İsrailli yönetmen Ari Folman tarafından filme aktarılan kitabın öyküsü, filmle farklılıklar gösterir. Lem hayattayken böyle bir uyarlama yapılsaydı nasıl bir tepki verirdi o da merak konusu.
Daha birçok eseri sinemaya uyarlansa da dünya çapında ses getiren başka bir film ortaya çıkmadı ve birçoğu başarısız uyarlamalarla anılmaya devam etti.
Son Söz
Bilimkurguda kendini ev sahibi değil bir misafir gibi gören, bilim ve bilimsel düşünce ile zıtlaşmaktan korkmayan, teknolojinin şekillendirdiği gelecek senaryolarını soru işaretleriyle bulanıklaştırmaktan geri durmayan Lem’in, kuşkusuz dünyamıza dair söyleyecek daha çok sözü vardı. Stanislaw Lem, 27 Mart 2006’da Krakow’da kalp yetmezliğinden gerçekleşecek olan ölümüne dek üretmeyi sürdüren bir yazar oldu ve henüz dilimize aktarılmayı bekleyen birçok eseri mevcut. Dileriz bu büyük bilimkurgu yazarının bütün eserleri çevrilir ve daha çok okura ulaşır. Günümüzde iyi bilimkurgu eserleriyle karşılaşma oranımız geçmişe oranla daha az olduğundan, Lem ve onun gibi özgün yazarların değeri çok daha net bir şekilde anlaşılıyor.
Sorry, there were no replies found.