Belbo, Diotallevi, Casaubon, Labirentte Bir Gezinti: Foucault Sarkacı ve Umberto Eco

  • Belbo, Diotallevi, Casaubon, Labirentte Bir Gezinti: Foucault Sarkacı ve Umberto Eco

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 15:35'de 11 Temmuz 2024

    Labirentte Bir Gezinti: Foucault Sarkacı ve Umberto Eco*

    Makale Yazarı: Bülent Ayyıldız

    *Bu Makale Roman Kahramanları (Ekim / Aralık 2019) 40. sayıda yayımlanmıştır.

    Günümüz edebiyat çevrelerinde, bugün geldiğimiz noktada, Umberto Eco dünyanın sayılı entelektüel figürlerinden, en nitelikli yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir. Ne var ki son yıllarda ulaştığı bu mevkiinin, yılların bir ürünü, bir çabası olduğunu unutmamak gerekir. Zira romanları ile edebiyat eleştirmenlerini ve edebiyat alanındaki akademisyenleri zor durumda bırakan (kimi zaman alaya alan) bir yazar olarak Umberto Eco, özellikle Gülün Adı’nın yayımlanmasını takip eden dönemde, İtalya’da olumsuz eleştirilere maruz kalmıştır. Eco’ya karşı ilk izlenim olumlu değildir. Asıl beğeni dalgası yurtdışından gelir. İtalya’da akademi ve edebiyat çevreleri Eco’yu eleştirir ve edebi değeri olmadığını öne sürerler.[1] Bu durum genellikle “Caso Eco” (Eco Olayı) ola rak adlandırılmış ve yazarın dışlanması ile artarak devam etmiştir. Lakin bu eleştiriler sadece Eco’ya ilişkin değildir, genel olarak söylenebilir ki çağdaş ve beğenilen/çok satan edebiyata karşı İtalyan eleştirisi her zaman ön argılıdır.[2]

    İtalyanca olarak Il Pendolo di Foucault ismiyle 1988 yılında yayımlanan bu Eco romanı, ertesi yıl İngilizce’ye çevrilir ve tüm dünya okurlarının beğenisine sunulur. Ülkemizde ise Foucault Sarkacı adıyla yayımlanır. Yazarın kendi ifadesi ile araştırma, geliştirme, kurgulama ve romanın yazıya dökülmesi için çalıştığı süre sekiz yıldır; diğer bir deyişle Eco’nun en uzun süre üzerine çalıştığı edebi eseridir. Zira yazar diğer eserleri altı yıl gibi bir çalışma süreci sonucunda yazmıştır. Bununla beraber, pek çok eleştirmen, Eco’nun Foucault Sarkacı adlı eserini belli bir sınırlama içine sokmak, bir türe ait olmasını (belki de eleştiri unsurunu kolaylaştırması için) sağlamak için romanı postmodern olarak tanımlamışlardır. Lakin Eco’nun kendisi, hem bir yazar hem de bir düşünür olarak, postmodern sözcüğüne karşı çıkar ve hatta bu sözcüğü sevmez zira sözcük hem sıklıkla yanlış kullanılmakta, böylelikle de amacından sapmakta hem de yanlış anlamlar yüklenmektedir.[3] Tanımlanması neredeyse olanaksız, bilinen tüm roman kalıplarının dışına taşan bir roman olarak Foucault Sarkacı, bu nedenle eleştirmenlerce bir Eco-roman olarak adlandırılır. Farklı türlerin iç içe geçtiği bir eser olarak Foucault Sarkacı’nın hangi düzlemde ilerlediğini belirlemek oldukça zordur. Bir anlamda, şüpheyle ilgili, şüpheye karşı bir romandır. Asıl amaç her yerde gizli anlamları, bilinmez simgeleri aramaktır.

    Roman, ismini dünyanın dönüşünü gösteren bir düzenekten almaktadır. Romanın başlangıç noktası da bu düzeneğin bulunduğu yer olan Paris ve “Conservatoire national des arts et metiers”dir. Romanın ismiyle Eco, Fransız fizikçi Leoan Foucault’un düzeneğine atıfta bulunmaktadır. Ancak pek çokları için Foucault denilince akla gelen ilk isim Michel Foucault ise Eco’nun yarattığı edebi bir şakadır. Her ne kadar düzenek Leon Foucault’ya ait olsa da tüm roman boyunca bilginin peşinde koşan karakterler, bir entelektüel arkeoloji gerçekleştirerek aslında Michel Foucault’ya da göndermede bulunmaktadırlar. Eco’nun bahsettiği birbirine bağlanan noktaların ilki belki de kitabın başlığındadır. İkinci bağlantı noktası ise romanın bölümlendirmesi üzerine kuruludur: Kitap on bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlendirme Kabala öğretisine bağlı Sefirot ile alakalıdır. Bu on bölüm romanda yer aldıkları sırasıyla keter, hokhmah, binah, heed, gevurah, tiferet, nezah, hod, yerod ve malkut, aynı zamanda bir Sefirot oluşturur ve Hayat Ağacı’nı meydana getirir. Kabalist inanca göre, insan, Tanrı ve evrene ilişkin derin ve pek çok farklı anlamı bünyesinde barındıran bu Sefirot, Eco’nun eserinin gizini bir kat daha arttırmakta, okurunu ise kapsamlı araştırmalara yöneltmektedir. Söz konusu on sefirah aynı zamanda Yaratıcı Söz’ü, diğer bir deyişle Logos veya Kelam’ı işaret eder. (İlgi çekici bir nokta olarak, Gülün Adı romanının başlangıç cümleleri de aynı olguyu işaret eder: “Başlangıçta Söz Vardı ve Söz Tanrı katındaydı ve Söz Tanrı’ydı.”[4])

    Romanın üç ana kahramanı bulunmaktadır. Bunlar ezoterik ve gizem temelli bir edebiyatın peşinde sürüklenip giden üç maceraperest Jacobo Belbo, Diotallevi ve Casaubon’dur. Tüm bu olayların başlangıç noktası #Milano’da faaliyet gösteren bir yayınevidir. Kitap sevdalısı bir entelektüel olarak Eco’nun bu seçimi oldukça manidardır. Bu üç kişi arasındaki ilişki aslında tüm romanın çıkış noktasıdır. Her bir karakter farklı bir sosyo-kültürel yönelim, farklı bir okuma tarzının bir ifadesi olarak değerlendirilebilir. Bir yayınevi editörü olan Jacopo Belbo, bir Kabala düşkünü olan Diotallevi ve doktorasını bitirmek üzere olan sıra dışı bir entelektüel Casaubon’dan oluşan bu üçgen, aslında oluşturulacak olan “Plan”ın, bir başka ifadeyle gizemin ve şüphenin de üç sacayağını oluşturur. Öyle ki biri olmadan diğerini yargılamak ve anlamlandırmak mümkün değildir.

    Romanın üç ana karakterinden en çok öne çıkanı belki de, ben anlatıcı rolünü de üstlenen Casaubon’dur. Sözü edilen esas olaylar -doğal olarak tarihsel anekdotlar ve tarihi serüvenler haricindekiler- 1972-1984 yılları arasına ilişkin olarak Casaubon’un hatırladıklarıdır. Casaubon’un anılarından yola çıkması nedeniyle romanın anlatımı bir anlamda “flashback”lere dayanır. Dolayısıyla, Tapınak Şövalyeleri üzerine bir doktora tezi hazırlamakta olan hevesli ve genç entelektüel Casaubon nedenlerin merkezindedir. Foucault Sarkacı Casaubon’un söz konusu zaman aralığında yaşadıklarının etrafında şekillenirken, diğer katmanlar olarak Tapınak Şövalyeleri, dünya tarihi, Kabala, Güney Amerika mitleri, İtalyan politikası gibi farklı anlatı düzlemleri de mevcuttur. Her bir karakterin çevresinde gelişen farklı olaylar, “Plan”da görüldüğü üzere birbirleri ile kesişim noktalarına sahiptir ve bu kesişim noktaları da tarihin akışını belirler. Anlatımsal açıdan değerlendirildiğinde, okur hikâyeyi Casaubon’un bakış açısından görmektedir. Ne var ki bu yalnızca bir yanılsamadır, karakterler ve konular arası anlatı düzeylerinin birbiri içinde yerleşik durumda olması, tek yönlü bir anlatı anlayışını engeller.

    Entelektüel hayal gücü ve sınırsız düşünce dünyası romanın bir özeti olarak tanımlanabilir. Üç ana karakterin amacı “Plan” adını verdikleri, çılgın bir ansiklopedi misali bir metin yaratmaktır. Bu noktada dikkat çeken bir unsur da Kabala ile yakından ilgilidir. Bu sıra dışı metnin yaratılması hususunda, üç ana karakter yanında önemli bir etken de Abulafia adlı bilgisayardır. Bu isim bizlere 1300’lerin İspanyol Kabala uzmanı Abraham Abulafia’yı anıştırmaktadır. İlk bağlantı noktası, bilgisayar-edebiyat-üretim arasındaki ilişkiyi işaret eder. XX. yüzyılın bir başka önemli İtalyan yazar ve düşünürü olan Italo Calvino’nun da üzerine detaylı yazılar yazdığı birleştirme süreci olarak edebiyat ve teknoloji arasındaki etkileşim dikkat çekicidir. Zira üç ana karakter, bilgisayardan gizemli metni yaratmak için faydalanırlar. “Plan” adını verdikleri bu metin, evrensel tarihin yeniden yazımı olarak nitelendirilebilir. Her ne kadar üç ana karakter fikirleri, tarihsel bilgileri, en küçük bilgi kırıntılarını ortaya döken kişiler olsalar da “Plan”ı olanaklı kılan bilgisayardır. Tüm bilgileri işleyen bilgisayardır ve bu nedenle de bilgisayar olmadan bağlantıları kurmak ve “Plan”ı yaratmak olanaksızdır. Tüm zamanların hikâyelerini ve tarihsel kişiliklerini bir araya getiren bir “Plan”dır bu ve Hz. İsa’dan Adolf Hitler’e uzanan sınırsız bir bağlantılar zinciri mevcuttur.

    “Foucault Sarkacı” söz konusu olduğunda Eco’nun, deyim yerindeyse kedinin fareyle oynadığı gibi okur ile oynadığı görülür. Romanın yazım süreci, konunun karmaşıklığı ve okurun zorlanmaları düşünüldüğünde, Eco’nun bir röportajında yer verdiği üzere, kendisini romanın yazarı değil, bir yönetmen olarak tanımlaması oldukça dikkat çekicidir.[5] Bu da bizi şu noktaya getirir: Eco daha önceden var olan hikâyeleri, tarihi, maceraları, olanaklıyı ve olanaksızı bir araya getirir; diyebiliriz ki bir edebiyat-tarih-ansiklopedi-sözlük kolajıdır bahsi geçen. Bu da gösteriyor ki Eco’nun bahsettiği üzere, kitapta söylenen her şey zaten başkaları tarafından söylenmiştir:[6]

    “Abu, Belbo’nun kendisini eleştirenlere özel yanıtı, bir üniversiteli, okula yeni başlamış bir öğrenci eğlencesi olmuştu, kuşkusuz, ama makineyi kullanırken gösterdiği katışım tutkusu hakkında çok şey söylüyordu. Solgun gülümseyişiyle, bir oyuncu olamayacağını anladığı anda zeki bir seyirci olmaya karar verdiğini söylerdi hep. -Ciddi bir dürtü yoksa, yazmak bir şeye yaramaz, o zaman en iyisi, başkalarının kitaplarını yeniden yazmaktır, iyi bir editör de bunu yapar- Belbo makinede bir çeşit sanrı bulmuş, evdeki eski piyanoda, eleştirilme korkusu olmaksızın Daha Dün Annemizin üstüne çeşitlemeler yaparmışçasına parmaklarını tuşların üstünde dolaştırmaya koyulmuştu.”[7]

    En edebi olandan en popüler olana kadar, Eco’nun ilgi alanlarının tamamı bir şekilde bu romanda kendisine yer bulmaktadır. (Kim bilir belki de her üç kahraman da Eco’nun bilinçaltının farklı tezahürleridir.) Ancak en çok dikkat çeken/ilgi uyandıran hiç şüphesiz her şeyin her şeyle bağlantısı olduğu düşüncesidir.[8] İlginçtir ki, buna benzer bir düşüncenin fikirsel olmaktan çok uzamsal bir uygulamasını Umberto Eco ile yarışır büyüklükte ve nitelikte olan bir başka İtalyan yazarda, Italo Calvino’da görürüz:

    “Ersilia’da oturanlar kentin yaşamını ayakta tutan bağları belirlemek için evlerin köşeleri arasına, renkleri akrabalık, takas, otorite, temsil ilişkilerine göre değişen, beyaz veya siyah veya gri veya siyah-beyaz ipler gererler. İpler artık aralarından geçilemeyecek kadar çoğaldığında çekip giderler. Evler parça parça sökülür; ipler ve dayanakları kalır yalnızca.

    Ersilia’yı terk edenler tüm ev eşyalarıyla konakladıkları bir tepenin eteğinden ovada yükselen kazık ve ip kargaşasına bakarlar. #Ersilia kenti hâlâ odur, kendileri ise bir hiç.

    Ersilia’yı başka yerde yeniden kurarlar. Eskisinden daha karmaşık olmakla birlikte kurallara daha uygun olmasını istedikleri aynı şekli dokurlar iplerle. Sonra onu da terk eder, kendilerini ve evleri daha da uzaklara taşırlar”. İşte bu yüzden Ersilia topraklarından geçerken dayanıksız duvarları yıkılmış, rüzgârın savurduğu ölü kemiklerinden yoksun, terk edilmiş kent kalıntıları görürsün: bir biçim arayan karmakarışık ilişkilerin örümcek ağları.[9]

    Eco, bu mütemadiyen mevcut olan bağlanma, bağ kurma, anlam atfetme ve ilişkilendirme durumunu çağımızın hastalığı olarak tanımlar. Nitekim, çağımız şüphe duyma ve yorumlama arasındaki çarpık ilişki tarafından belirlenir. Öyleyse, Eco’nun romanını da bu iki temel anlatı düzlemi biçimlendirir: şüphe üzerine temellenmiş bir konu ile yorumlama/ilişkilendirme yöntemine dayalı bir anlatı tarzı. Eco’nun şu cümlesi bize bunu açıklar: “Çok kolay. En döküntü metin bile dağarcığıma yirmi fiş ekliyordu. Kendime katı bir kural koymuştum; sanırım gizli servisler de bu kurala uyarlar. Hiçbir bilgi başka bir bilgiden üstün değildir. Önemli olan, bunların tümünü fişlemek, sonra da aralarındaki bağıntıları bulmaktır. Bağıntılar her zaman vardır, yeter ki insan onları bulmak istesin.”[10]

    Ardından Eco’nun romanında içinde yaşadığımız çağa, edebiyata ve kurgulanmakta olan “Plan”a ilişkin şu satırları okuruz: “Haklıydınız.

    Ne olursa olsun, bir veri ancak başka bir veriyle bağıntılıysa önem kazanır. Bağıntı, görüngeyi değiştirir. Dünyadaki her görünüşün, her sesin, yazılan ya da söylenen her sözün, görünürdeki anlamından öte, bize bir Giz’den söz ettiğini düşünmeye götürür insanı bu. Kural basittir: kuşkulanmak, durmadan kuşkulanmak. Bir ‘Giriş yasaktır’ levhasının ardındaki anlamı bile okuyabilir insan.”[11]

    Ancak bu noktada, bir kez daha dolambaçlı bir roman çıkar karşımıza. Söz konusu olan sıradan bir macera romanı değildir, bir Eco romanın gizemlerini ve bağlantılarını çözecek olan, sıradan bir okur değildir. Eco bilinçli olarak donanımlı bir okur talep eder; aslında bu iki taraflı bir oyundur. Eco, okurundan hem gizemli bağlantıların ve simgelerin anlamını çözmesini hem de yazarın kendisinin bile düşünmemiş olduğu bağlantılar ve yeni anlamlar ortaya koymasını umar. Bu umuda ilişkin Foucault Sarkacı’nda şu cümleleri okuruz: “Çünkü aramasını bilmeyen hiçbir zaman bulamaz.”[12]

    Romanın öne çıkan bir yönü de ansiklopedik nitelikli, bilgi yüklü ve okuma süreci farklı katmanlardan oluşan bir yapıda olmasıdır. Öyle ki, her bir katman farklı bir bilgi birikimi gerektirir.[13] Bu nedenle de, kimi eleştirmenlerce bir ansiklopedik sözlük roman olarak tanımlanır. Hatta kimi zaman, bir sonuçsuz roman olarak da adlandırmak olasıdır. Foucault Sarkacı’nda yer alan şu cümleler bu sonuçsuzluğu işaret eder gibidir: “İşin püf noktası burada işte; manifesto bunu söylemiyor, insanın ağzını sulandırıp bırakıyor. Çok önemli bir şeydi bu; öylesine önemli ki, bir giz olarak kalmalıydı.”[14]

    İşte bu cümle okuruna, yaklaşık 900 sayfalık Foucault Sarkacı (sayfa sayısı bakımından Türkçe baskı esas alınmıştır) romanının ilerlemesini özetler. Eco anlattığı her bölümde, aslında, okurun ağzına bir parmak bal çalarak, nihai hedefe ulaştırmak için teşvik eder.

    Romanın ana kahramanları olan Belbo, Diotallevi ve Casaubon üçlüsünden “Plan”a kendisini en çok kaptıran kişi Belbo’dur. Bir roman kahramanı olarak Belbo’yu harekete geçiren temel güdü meraktır, lakin bu merak aynı zamanda karakterin ölümüne de yol açacaktır. Zira aşırı hırs ve evrensel hâkimiyet arzusu Belbo’yu ölüme sürükler.[15] Anlatıcı Casaubon bilgiyi ararken, Belbo ise iç huzurunun, inanabileceği ve uğruna yaşamını adayacağı bir amacın peşindedir. “Plan” tarihi yeniden üretmek için bir programdır ancak bu üçlüye aramakta oldukları veya aradıklarına inandıkları gerçeği verir. Katmanlı okumalar söz konusu olduğunda romanın üç ana karakteri, teknoloji-edebiyat arasındaki üç farklı yönü temsil eder: Belbo, teknolojiyi bir metinlerarasılık aracı ve postmodern edebiyat üreten bir olgu; Diotallevi Kabala ve dinsel simgelerden ve göstergelerden yola çıkarak teknolojinin gelenek ile bağını; anlatıcı Casaubon ise bilgisayar/teknoloji ve bilişsel bir birleştirme süreci olarak edebiyat olgusunu temsil eder. Ne var ki Eco’nun bir labirent yarattığını ve olası pek çok okuma ve yoruma -hatta aşırı yorumaimkân veren bir roman kaleme aldığını unutmamak gerekir. Bu açıdan düşünüldüğünde, belki de Eco’nun bu üç ana roman kahramanı ve yazarın Prag Mezarlığı gibi farklı eserlerinde de küçük göndermeler yaptığı Sigmund Freud’un “id”, “ego” ve “süperego” kavramlarını hatırlamak ve bağlantılandırmak yanlış olmaz.

    Lakin her bir roman kahramanında “Plan”ın derin ve farklı bir tezahürü vardır: Belbo’nun hırsıdır; Casaubon’un bilgi açlığıdır; Diotallevi içinse onu ölüme götüren, Tanrı’yı oynamaya kalkışmanın ilahi bir cezası olarak gördüğü bir hastalıktır. Bu düzlemde ele alındığında, Kabala tutkunu bir kişi olarak Diotallevi’nin “Plan”ı ve bunun için girişilen çabaları Tanrı’ya bir şirk koşma olarak değerlendirdiğini söylemek yanlış olmaz. Zira ilk günah bilgelik ağacından koparıldığına inanılan meyve gibi, bilme eyleminin kendisinin (veya daha geniş bir ifadeyle bilginin) günaha sevk etmesi inancı ile arasında dikkat çeken bir benzerlik vardır. Bu üçlüden, Jacopo Belbo, bir anlamda yazarı ve yazma içgüdüsünü temsil eder. Örneğin Belbo, yazarı Tanrı ile eş tutar ve yazan kişinin tıpkı Tanrı gibi yeni dünyalar oluşturduğunu varsayar: “Başkalarını doğurtan bizler, tıpkı aktörler gibi kutsal toprağa gömülmemeliyiz. Ama aktörler dünyayla oynuyorlar, oysa biz sonsuz bir evrenin olanaklarının çoğulluğuyla oynuyoruz.”[16] Bu Tanrı kompleksinin ardından, Jacopo Belbo’nun arzusunun ve davranışlarının sınırsızlığına ilişkin olarak, Casaubon’un şu gözlemlerini okuruz: “Bundan sonraki günlerde Jacopo Belbo’nun, Gül-Haç dönemiyle ilgili tarihsel yapıtları yutarcasına okumaya daldığını açıkça anladım. Ama vardığı sonuçları anlatırken, fantezilerinin yalnızca yalın bir özetini veriyordu. Bundan değerli sonuçlar çıkarıyorduk. Belbo’nun, Abulafia’da çılgınca bir alıntılar oyununun kendi kişisel mitlerine karıştığı çok daha karmaşık bir öykü yazmakta olduğunu şimdi anlıyorum. Bir başkasının yazdığı bir öykünün parçalarını birleştirme olasılığıyla yüz yüze gelince, Belbo anlatı biçiminde kendi öyküsünü yazma dürtüsünü buluyordu.”[17]

    Görüldüğü üzere, Eco’nun düşüncesine göre, her şey her şey ile bağlantılıdır. Bağlantıların yönü, niteliği, çeşitliliği bakış açısını değiştirir. Bu da gösteriyor ki her şeyin her şey ile bağlantısı, zaman-mekân, geçmiş-gelecek, neden-sonuç temelli mantıksal ve doğrusal temelli düşünceyi yıkar.[18] Bu yıkım olgusu, tarihin yeniden yazılmasını/üretilmesini olanaklı kılar. “İnsan niçin roman yazar? Tarihi yeniden yazmak için. Sonradan gerçekleşen tarihi.”[19] diye yazar Belbo bilgisayarında yer alan dosyaların birinde. Bu nedenle de, eserin önemli karakterlerinden biri hiç şüphesiz, her şeyi olanaklı kılan Abulafia isimli bilgisayardır. Tarihin yeniden üretilmesi bir yandan bir Tanrı kompleksinin bir yansımasıyken, diğer yandan da bilinen dünyanın gerçekliğinin yetmemesidir. Bu durumda, var olan gerçeklikten uzaklaşma arzusu mevcuttur. Bilginin sınırsızlığı arttıkça, insanı yanıltma gücü de artar. Bu sınırsızlık durumu, birden fazla gerçeklik olgusunu mümkün kılar: “Haklıydınız. Ne olursa olsun, bir veri ancak başka bir veriyle bağıntılıysa önem kazanır. Bağıntı, görüngeyi değiştirir.”[20] Değişen görünge aslında bakış açısının ve gerçekliğin farklı bir yorumlamasıdır. Bu nedenle de, gerçeklik çok sayıdadır ve buna bağlı olarak doğru da aynı şekilde fazla sayıdadır.

    Nihayetinde her şeyin her şeyle bağlantılı olabileceği fikri, “Plan”a dayanan evrensel bir komplo düşüncesi ile birleştirildiğinde gerçek ve doğru algısında da yanılsamalara yol açar. Romanın çözüme yaklaştığını düşündüğü sayfalarda okuru hiç beklenmedik bir gerçeklik karşılar: Tüm “Plan”, tüm şüpheler, tüm varsayımlar aslında çok basit bir gerçekliğe, bir alışveriş listesine ve bu listenin yanlış okunmasına dayanır.[21] Bu ironik yaklaşım, Eco’nun daha önce sözünü ettiği şeyi, yorumlama/alımlama çağını vurgular. İlk yanlış yorumlama veya inanılmak istenen/ yaratılmak istenen gerçeklik ile var olan arasında bir karşıtlık söz konusudur. Dolayısıyla, Eco’nun binbir gizemi içine alan ve tarihin katmanlarını ilmek ilmek dokuduğu eserin özü, belki de yanlış yorumlanmış bir alışveriş listesinden ibarettir. Ya da bu da bir şüphedir, Eco’nun “Plan”ının bir parçası mıdır? Tüm hikâye alışveriş listesinin ardına saklanmış, Kabala ve yeniden yorumlama temelli bir yanlış anlamda düğümlenir: “Yazsam da yazmasam da farkı yok. Hep başka anlamlar arayacaklardır; suskunluğumda bile.”[22]

    ————
    * Dr. Öğr. Üyesi, İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Batı Dilleri ve Edebiyatları, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara Üniversitesi, ayyildiz@ankara.edu.tr

    [1] Capozzi, Rocco, “Troppi movimenti intorno al Pendolo di Eco.” Quaderni d’Italianistica, sayı 2, 1988, s. 301.
    [2] age., s. 302.
    [3] age., s. 311.
    [4] Eco, Umberto, Gülün Adı, Çev. Şadan Karadeniz, Can Yayınları, İstanbul, 1985, s. 29.
    [5] Capozzi, Rocco, “Troppi movimenti intorno al Pendolo di Eco.” Quaderni d’Italianistica, sayı 2, 1988, s. 305.
    [6] Aktaran Capozzi, Rocco, “Troppi movimenti intorno al Pendolo di Eco.” Quaderni d’Italianistica, sayı 2, 1988, s. 306
    [7] Eco, Umberto, Foucault Sarkacı Çev. Şadan Karadeniz, Can Yayınları, İstanbul, 2013, s. 61-62.
    [8] Benzer bir yaklaşımı “Dark” isimli dizinin ilk bölümünde açılışta yer alan şu cümlede de görmek olasıdır: “Her şey birbiriyle bağlantılıdır.”
    [9] Italo, Calvino, Görünmez Kentler, Çev. Işıl Saatçioğlu, YKY, İstanbul, 2016, s. 120.
    [10] Eco, Umberto, Foucault Sarkacı, Çev. Şadan Karadeniz, Can Yayınları, İstanbul, 2013, s. 389.
    [11] age., s. 515.
    [12] age., s. 389.
    [13] Noble, Cinzia Donatelli. “A Labyrinth of Human Knowledge: Umberto Eco’s ‘Foucault’s Pendulum.’” Rocky Mountain Review of Language and Literature, vol. 49, no. 2, 1995, s. 141
    [14] Eco, Umberto, Foucault Sarkacı, Çev. Şadan Karadeniz, Can Yayınları, İstanbul, 2013, s. 268.
    [15] Kleinert, Susanne, “L’intellettuale e il computer: il gioco combinatorio e la riflessione sulla figura dell’intellettuale nel Pendolo di Foucault di Umberto Eco”, Cahiers d’études italiennes, sayı 11, 2010, s. 96.
    [16] Eco, Umberto, Foucault Sarkacı, Çev. Şadan Karadeniz, Can Yayınları, İstanbul, 2013, s. 111.
    [17] age., s. 553-554.
    [18] Kleinert, Susanne, “L’intellettuale e il computer: il gioco combinatorio e la riflessione sulla figura dell’intellettuale nel Pendolo di Foucault di Umberto Eco”, Cahiers d’études italiennes, sayı 11, 2010, s. 95.
    [19] Eco, Umberto, Foucault Sarkacı, Çev. Şadan Karadeniz, Can Yayınları, İstanbul, 2013, s. 712.
    [20] age., s. 515.
    [21] age., s. 726.
    [22] age., s. 856.

    Kaynakça
    • Eco, Umberto. Foucault Sarkacı. Çev. Şadan Karadeniz. İstanbul: Can Yayınları. 2013.
    • Eco, Umberto. Gülün Adı. Çev. Şadan Karadeniz. İstanbul: Can Yayınları. 1985.
    • Kleinert, Susanne. “L’intellettuale e il computer: il gioco combinatorio e la riflessione sulla figura dell’intellettuale nel Pendolo di Foucault di Umberto Eco”, Cahiers d’études italiennes. sayı 11. 2010. s. 91-101.7
    • Capozzi, Rocco, “Troppi movimenti intorno al Pendolo di Eco.” Quaderni d’Italianistica. sayı 2. 1988. s. 301-313.
    • Italo, Calvino. Görünmez Kentler. Çev. Işıl Saatçioğlu. İstanbul: YKY. 2016.
    • Noble, Cinzia Donatelli. “A Labyrinth of Human Knowledge: Umberto Eco’s ‘Foucault’s Pendulum.’” Rocky Mountain Review of Language and Literature. vol. 49, no. 2. 1995. pp. 141–152.

     

    #Sayı40 #BülentAyyıldız #postmodern #FoucaultSarkacı #UmbertoEco #Eco #Ecoroman #Belbo #Diotallevi #Casaubon #abulafia #italoCalvino #tanrıkompleksi

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Labirentte Bir Gezinti: Foucault Sarkacı ve Umber…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi