Ayşe Balkar: Sonsuz Panayır Romanında Kurmaca İyiler

  • Ayşe Balkar: Sonsuz Panayır Romanında Kurmaca İyiler

    Tarafından gönderildi romankahramanlari şu tarihte 13:41'de 11 Temmuz 2024

    Sonsuz Panayır Romanında “Kurmaca” İyiler*

    Makale Yazarı: Hasan Öztürk

    *Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI dergisinin (Ocak/Mart 2017)  29. sayısında yayımlanmıştır.

    Edebiyatımızın önde gelen kadın yazarlarından Halide Edip Adıvar, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği günlerde (1946) yayımlanan Sonsuz Panayır(1) romanında, savaş ortamında yoksullaşan halkın zor günlerini, İstanbul’un türedi zenginlerini ve bu iki kesim arsındaki çatışmaları, sınıf atlama çabasındaki liseli Ayşe Balkar’ın gözlemleriyle anlatır. Sonsuz Panayır, savaş döneminin önemli toplumsal sorunlarına değinen ancak gözden kaçmış dikkate değer bir roman olarak okunmalıdır. Romancılığı yanında muhalif siyasal kimliğiyle de bilinen Halide Edip’in bu romanı, bir dönemin bitip de kuruluş aşamasındaki yeni bir politik oluşumun, siyasal ve ekonomik alandaki politikalarının habercisi olmak bakımından da dikkat çekicidir. Bunların yanında dönemine tanıklık edebilecek romanın, üzerinde durulması gereken bir başka yönü, savaş günlerinde sanatı ve edebiyatı gündeme getirmesi, sanat çevresinde toplanan insanlarla yeni bir atmosfer yaratmasıdır.

    Yurt dışından yeni döndüğü İkinci Dünya Savaşı yıllarında gazete yazarı ve üniversite hocası olan Halide Edip’in “Sonsuz Panayır” romanında, sınır çizgileri Galata Köprüsü ile belirlenmiş iki ayrı İstanbul vardır: Biri, Sülüklü’de lisenin son sınıfında okuyan Ayşe Balkar’ın ailesiyle beraber yaşamak zorunda kaldığı ve yoksulluğun kol gezdiği İstanbul; öteki İstanbul ise köprünün karşı tarafında, liseli Ayşe’nin kavuşmayı düşlediği, varlıklı kadınların sütle banyo yaptığı, eğlence yerlerinin varlıklılarca kapatıldığı, kadınların şapkalı dolaştığı “burjuva” İstanbul. “Sonsuz Panayır” romanında bir biçimde “iyiler” grubunda toplanabilecekler, Galata’nın beri tarafındaki Sülüklü’nün coğrafyasında olmasa bile atmosferinde yaşayanlardır. Halide Edip romanında, savaş süresince öne çıkardığı türedi zenginlerin burjuva İstanbul’unu, savaşın sona ermesiyle silikleştirerek Ayşe’nin ayrılmakla yanıldığını anladığında döndüğü bu İstanbul’u öne çıkarır; liseli yoksul Ayşe’nin burjuva sınıfına geçmesine gerek yok demek gibi bir durumdur bu.

    Ahmet Hamdi Tanpınar, ellilerin başında İstanbul Üniversitesindeki edebiyat derslerinde, “kadınlığımızın romancısı” dediği Halide Edip’i anlatırken “Halide Edip’in içinde roman kahramanlarına karşı bir iyilik vardır, onlar zalim olamıyorlar.”(2) der. Tanpınar’ın o yıllardaki “Halide Edip” derslerinde Ali Bey, Süleyman Bolluk, Burhan Körbalta, Uzman Safitürk, Ferdi Uysal, Füruzan Tıngır, Samet Şaşırtmaç yanında Ayşe Balkar, Safinaz, Behire Bolluk, Lale Safitürk, Emine Şaşırtmaç ve kızı Zeynep, Üftade Hanım gibi kadınların da etkin olduğu Sonsuz Panayır adı geçmiyor ancak değerlendirmelerinin bu roman için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. İyiler ile kötülerin çatışmasında iyilerin kazandığı bir masal ortamını andıran romanında Halide Edip, kötüleri cezalandırmayı seçmez. Uzman Safitürk’ün, Ali Bey’in “halvet” toplantılarına katılması ve kanun korkusuyla çıldıracak “aygır” Samet Şaşırtmaç’ın bile Ayşe’nin kiralık dairesine gelişindeki iyimserlik hali bunun için somut bir göstergedir.

    Cumhuriyet döneminin -rejiminin demeli- önemli ismi Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “politika denen ifrit” yüzünden uzun süre görüşmediği Halide Edip’e, “Sonsuz Panayır” nedeniyle 1948’de Bern’den yazdığı mektupta(3) roman ve dolayısıyla da kişilerini oldukça sert bir dille eleştirirken romandan, “şekillerini” tanıdığı yazarının ellerinin aksine “başka ellerden almış irili ufaklı birtakım ‘canavar’ örnekleri koleksiyonu” olarak söz eder. Yazarın, önceki romanlarındaki toplumsal koşulların aynen yaşanıyor olmasına karşılık Halide Edip’e, “O zamanlar siz insanları oldukları gibi değil, olmalarını istediğiniz gibi görüyor ve öyle ifade ediyordunuz. Onun için çamuru elinize alır almaz -ne sihirdir ne keramet- ona derhal bir billur şeffaflığı veriyordunuz. Şimdi ise çamur yığınlarını, hiç iğrenmeden olduğu gibi önümüze sermeye başladınız.” der ve kendisinin “hem mevzu hem isim” olarak “Sonsuz Panayır”a yakın olacak “Panorama” romanındaki yöntemini anlatır: “Ancak, şu fark ile ki, ben, bizdeki sosyal, ahlaki ve intellektüel dramı ne yalnız bir köşesinden görüyor, ne de sonunda her şeyi tatlıya bağlamak imkânını bulabiliyorum. Bu suretle ‘Panorama’ baştan nihayete kadar bütün memleket ölçüsünde kapkara bir tablo halinde kalıyor. Çünkü ben, ne Ali Bey gibi (halvet-nişin) hakîmlerin, ne de Burhan soyundan saf-derûn delikanlıların, ne de Bolluk’lu üslubunda (namuslu tüccarların!) bu memleketi -kim bilir kaç zamandır- içinde bocaladığı ve bocalandıkça battığı maddi ve manevi bataklıktan kurtarabileceğine inanamıyorum.” Rejimin romancısı Yakup Kadri’nin, rejimin kurucu liderinin yokluğunun umutsuz ortamdaki karamsarlığı(4) anlaşılabilir bir durum ne var ki Yakup Kadri’nin, onaylamadığı ancak yeni bir dönemin habercisi Ali Bey, Burhan Körbalta, Süleyman Bolluk, adını beğenmediği gazeteci Füruzan Tıngır ve “korkunç bir arriviste’ tipi” Ayşe gibi roman kişileri, romancı Halide Edip ile ilgili “politika ifriti” sorunu aydınlatılmadan tanınamazlar.

    İkinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasındaki Türkiye’nin önemli toplumsal değişmelerinin yansıdığı, yazarının “daha ziyade bir içtimai tetkik, bir felsefi eser, bir örf tenkidi” saydığı “Sonsuz Panayır”, ekonomik koşulların yarattığı gelir dağılımı dengesizliğine vurgu yapar öncelikle ancak savaş günlerinde sanatı ve özellikle de edebiyatı öne çıkarışıyla da dikkat çeken bir romandır. Bu bağlamda romanın önemli söylemi, sanatın üzerine paranın ve siyasetin gölgesinin düşmesinin eleştirilmesidir. Sanat etkinlikleri yanında sanatçının özgürlüğü açısından bakıldığında, “İlim ve edebiyatın taş kırmak kadar bile karın doyurmadığı” dönemde sanatçıların, “hükm-i zaman uyarlarsa bal gibi yaşa[dığı]” buna karşılık “Hariçte kalanlar beş on-tabiin işlettiği boğaz tokluğuna çalışan fikir ve ilim ırgatlarında ibaret” olduğu dönemin romanı “Sonsuz Panayır”da edebiyat, resim ve müzik, savaşın karamsar ortamındaki edilgenlikleriyle tartışılır ve roman kişilerinin belirleyici özellikleri bu tartışmalarla biçimlenir.

    Masalın iyileri

    Lise son sınıfta okurken ödülü “klasik tercümelerden altı kitap” olan hikâye yarışmasına, yarışmanın “mevzuun hayattan alınması” koşulunu özellikle önemseyerek katılan ve birinci seçilen Ayşe Balkar, Amerikan Kız Koleji için iki yaş büyütülerek okula kaydedilen, on üç on dört yaşlarındayken henüz Rıza Tevfik’ten ders aldığı günlerde ilk öyküsü yayımlanan, genç bir kadın olarak erkeklerin yanında cepheye giden, erkek egemen bir toplumda yeni rejimin kurucu önderleriyle politik yüzleşmeyi ve ardından sürgünlüğü göze alıp da sonunda adeta kovulduğu ülkenin Millet Meclisi’nde “vekil” olmayı başaran Halide Edip Adıvar değil de kimdir? Halide Edip, hikâyesinin gazetelerde basılması durumunda popülaritesini düşünerek “burunlarının ucundaki yeni ve genç dünyayı görmeyip de maziden ölü mevzular seçen sözde” öykü yazarlarına haddini bildirmeyi amaçlayan iddialı genç yazarını “Acaba hangi ekole göre yazmalı?” telaşına düşürmesi, onun edebiyat algısının değişkenliğine yönelik kaygılarıdır. “Sürrealist diye bir usul var, fakat bu daha fazla şiire ve resme yaraşıyormuş… Bizim sürrealistleri ben anlar görünüyorum amma hiç de anlamıyorum. Bir de sembolik diye bir şey var yani Ahmet Haşim’in kenar-ı âba dizilmiş leylekleri… Bu da galiba tabiat şiirinde güzelmiş. Acaba neden bizim bunaklar şiirden bahseder de bir türlü bize adamakıllı nesir usulleri öğretmezler? Son seneler hep bu tek bacaklı leylekler sürüsüne benzeyen şiirler öğrettiler. Realist? Evet, Refik Halid’in realistliği…” Ayşe Balkar, kendi ailesinin gerçeği gördüğü “sigarayı bırakan baba” öyküsü için defterine notlar alarak öyküyü bir haftada tamamlar. Öyküsünün realist sayılıp sayılamayacağı kaygısı olsa da sonuçta birinciliği alır. İstanbul’un öte yakası, liseli Ayşe’nin hayata bakışını ve dolayısıyla da realist edebiyat anlayışını değiştirince “bir tülü sabit bir şekil alamayan bu hayatın mütemadiyen değişen dışyüzünü” yazmaya karar verir. Ona göre, Cerrahpaşa’nın karanlık ve yoksul bir evinde yetişen Ayşe tarafından, “bu sosyetenin romana geçebilmesi talihin ne garip bir cilvesi olacak”tır ama Ayşe çalışma yaşamına atılır, ders verdiği kızlara kendisi sevmediği halde program gereği “divan edebiyatı” okutursa da zamanla yazıdan, edebiyattan kopar. Karşı tarafın zenginleri “ikibinler”in, “Türkçenin başını gözünü yarıp konuş[tuğu]” günlerde Ayşe de dikkatle takip ettiği yeni terimleri, “Dil Kurumu’na mensup bir adamın hususi ve resmi hayatı hakkında” yazacağı bir hikâyede kullanmak istediğini söyler. Gözden kaçırmamakta yarar var; “mutlak, mutlak mensup olduğu fıkara memur sınıfından kurtulmak, para kazanmak, bilhassa şöhret sahibi olmak” isteyen Ayşe’nin, ekonomik nedenlerle okulu bitirmeden çalışmaya başlaması, zengin İstanbul’da, çocuklarına özel dersler vereceği aileleri bulması, özlediği İstanbul’dan nefret ettiğinde yeniden kurtulmak istediği İstanbul’a güvenmesi, hemcinsi ve bir ölçüde kader benzerliği olan mutsuz Safinaz’la karşılaşıp aklını kullanarak direnmeyi önemsenmesi, “ikibinler”in zenginlik merkezi Tramara Şirketi’nde erkeklerin arasında çalışıp şirkette üst mevkilere yükselmesi, sonunda ev, iş ve eş edinmesi, kısacası belki de yaşından beklenemeyecek büyük işleri başarması, kuşkusuz lisedeki edebiyat öğretmeni Ali Bey önderliğinde gerçekleşmiştir.

    İkinciteşrin 1945’te, jüri üyelerinin birinciliğe değer gördüğü “Sigarayı Bırakan Baba” öyküsü için “açıktan açığa” ağlayıp, “sümüklü komşularına ve bilhassa Ayşe Balkar gibi necip kızlara yardım edebilmek için o sene yaptıracağı kostüm, palto gibi pek de ihtiyacı olmayan şeylerden vaz bile geç[en]” edebiyat öğretmeni Ali Bey, vaktiyle küçük Halide’ye Ebu Müslim Horasani ve Battal Gazi Hikâyeleri okuyan Ahmed Ağa’yı anımsatır okura. Edebiyat öğretmeni Ali Bey, “Ayşe ile şöhret ve talih arasındaki yol” olmak yanında geleneksel mahalle yaşamında Kur’an dersleriyle Arapça öğrenirken öte yanda Amerikan Kız Koleji’nde öğrendiği İngilizce ile İncil okuyan Halide Edip’in “muhafazakâr modernleşme” projesinin(5) sembolüdür. Duruşuyla çevresindekilere güven veren, sorunlara çözüm buluşuyla bir tür Dede Korkut rolü üstlenen, Galatasaray ve Sorbonne okumuşluğuna rağmen bir yanı Doğulu kalmış edebiyat öğretmeni Ali Bey de “Şeytanın Öğütleri” adlı bir kitap yazmaktadır ancak bazı bölümleri yazılan kitap bir türlü tamamlanmaz. Ali Bey ile çevresindekilerin, “rengi ve gayesi bilhassa” tartışma konusu olan aylık bir “dergi” çıkarma projeleri de sonuçsuz kalır. Yakup Kadri’ye göre yazarının azizleştirmeye çalıştığı “içinde pazarlıklı ihtiyar bekâr, eski bir tabire göre o fâsık-ı mahrum haliyle insana en çok şüphe veren” Ali Bey, romanda seçkin bir ailenin çocuğu, “tükenmez bir malumat membaı”, “İstanbul’da demirli muayyen bir hayat temposuna sadık kalan tek insan gibi görün[en]”, “romantik şamata ve ağız kalabalığı”nın egemen olduğu bir dönemde kültürel yozlaşmaya karşı bir protesto ve aynı zamanda birbirlerine “Merih’ten Arz’a bakıyormuş gibi bakan” insanları kaynaştıran bir gönül adamıdır. Romancının, geçmişle gelecek arasında bir tür kültür köprüsü gördüğü “çelebizade” Ali Bey, geleneğe bağlı “evrimci” bir entelektüeldir ve izleriyle yazarın önceki romanlarında karşılaştığımız bir kişidir.

    Romanda adından az söz edilen ressam Ferdi Uysal, “suretlerin ve hadiselerin sakladığı realitelerin hiç olmazsa bir ucundan perdeyi kaldırır, gören gözleri aç[an]” gerçekçi, idealist bir ressamdır ve sanatıyla para kazanmayı düşünmez. Türedi zengin, “halkın en son damlasına kadar kanını emmek için iki ayaklı sülüklerin başında gelen” Samet Şaşırtmaç’ın resimlerini yaparken bu tür zenginler için sanatın ne kadar basite indirgendiği vurgular. Zenginlerin gönlünü okşayarak sisteme uyup sağlayıp para kazanan arkadaşı piyasa ressamı Habib Açıkgöz’ün yolunu seçmez.

    “Şark’ta nispeten az fakat Garp’ta, bilhassa Amerika’da çok tesadüf edilen bir gazeteci” tipi olan Füruzan Tıngır, herhangi bir siyasal çevreye yakın durmadan yönetimin denetimsizliği nedeniyle türeyen savaş zengini vurguncuları çekinmeden, özgürce eleştirdiği için sevilmez, “Tıngır yoldaş” olarak adlandırılır. Ayşe Balkar’ın roman yazarlığıyla ilgilenen, Ali Bey’in “halvet” toplantılarına katılan Fürüzan Tıngır, özgür düşüncenin otorite karşısındaki temsilcisi durumundadır ve “hakikati anladığı ve gördüğü gibi yazan bir kalem şövalyesi” olduğu halde “Kötü ruhlu bir müfessir” onun da “çanına ot tıka[dığı]” için “İnsanların çenelerini kilitleyen sadece darağaçları değildir” diyen bu gazetecinin Haykır gazetesindeki yazılarına son verilir.

    Burjuva İstanbul’un önden gelen adı Uzman Safitürk’ün yeğeni Burhan Körbalta, yaşından beklemeyen bir olgunlukla ve uzlaşmacı kişiliğiyle çıkar karşımıza. Safitürk’ün, Amerika’da üniversite okumuş yeğeni Burhan Körbalta, “kudretin paraya dayandığı bir devirde” dayısının şirketinde yüksek maaşlı bir görev yerine “şurada burada lisan dersi vererek” üç beş kuruş para kazanırken “yazmak istediği bir eser üzerinde çalış[ır]” ancak uygun çalışma ortamı bulamadığından kitabını tamamlayamaz, Ali Bey’in evindeki bir toplantıda “kafasının içinde yaşayan fakat yazmaya imkân bulamadığı” bu projesinde söz eder. Ali Bey’in halvetinde, kalabalık bir misafir grubunun olduğu gecede başlayan “alaturka musiki hakkında hayli hararetli bir münakaşa”, Halide Edip’in “sentezci” görüşünü “Dünya, ezeli bir alışveriş, bir işbirliği dünyası. Hepimizin birbirimizin metasına ihtiyacı var. Elimizdeki kıymetleri birleştirip insaniyet için er geç daha güzel bir dünya yaratmaya çalışıyoruz.” cümlesiyle temsil ettiği anlaşılan Burhan Körbalta’nın dayısını ikna eden sözleriyle sonlanır. Amerika’da okuduğundan caz müziğinden başkasını önemsemeyeceği sanılan Burhan, sanata siyasal bakışın yanlışlığı söyleyerek “musikinin Garp’tan gelenini de Şark’tan gelenini de siyaset karıştırmadan sevmek veya anlamağa” çalışmayı önerir. Her ne kadar taşındığı dairesinde “kalbi Burhan’a demir at[atarak]” yatan Ayşe ile evliliğini duygusal gerekçelere dayandırmasa da o, Halide Edip için “ya benimle evlenmezse diyerek başını küt küt duvarlara vurmuş” bir Adnan Adıvar’dır.

    Edebiyata olan ilgisi Ali Bey’le konuşmalarından öteye geçmeyen, öteki İstanbul’un varlıklılarından ancak dönemin vurguncularından değil de “sadece kibar ve zengin” kültürlülerinden olan mühendis Süleyman Bolluk gibi eşi Behire Bolluk da edebiyat, özellikle de İngiliz edebiyatı meraklısıdır. Şaşırtmaçların üniversitede okuyan kızları Zeynep de çıldırmak tehlikesine karşı şiir okumayı seçen yabancı bir hocanın etkisiyle edebiyata yönelmiştir.

    Panayırda bugün de değişme olmadı

    Halide Edip Adıvar, savaş koşulları nedeniyle liseyi bitiremeden çalışma yaşamına atılan edebiyat heveslisi bir genç kadının gözlemleriyle kadının erkeğe bağımlı olmadan yaşamayı seçip bunu başarmasını anlattığı romanında, iyiler ve kötüler çatışmasını, iyilerin kazanmasıyla bitirir. Türkiye’nin, siyasal ve toplumsal yaşamda makas değiştireceği bir geçiş döneminde yazılan “Sonsuz Panayır”, “daha iyi bir dünya arayışı” için mevcut siyasal iktidarı; gelir dağılımı, basın özgürlüğü, sanata baskı, savaş yıllarındaki tutarsız politikalar, yönetimdeki sorumsuzluk nedeniyle şöyle bir uyarır, eleştirir.

    “Sonsuz Panayır”ın Türkiye’sine, romanının yazılışından yetmiş yıl sonra bakıldığında gelir dağılımındaki adaletsizlik ve bunun neden olduğu sınıf atlama tutkusu hız kesmeden devam ediyor; “bir defa öbür tarafa kapağı atsa[k] ötesi kolay” diyenlerin kavgasıdır seyrettiğimiz gerçekte. Açıkça söylemek gerekirse savaşın olumsuz koşullarındaki bir dünyada Halide Edip’in çatışma ortamı bugünkünden daha az gergindir. Basın yayın dünyasında bugün de “insanların çenelerini kilitleyen sadece darağaçları değil” ve “kötü ruhlu bir müfessir” yüzünden, gazetecilerin çanına ot tıkamalar devam ediyor kaldığı yerden ne yazık ki. Kalem erbabı, “Acele tercüme veya taklit eser yerine telif ve adamakıllı uzun tetkik yapanları bizde tarihten evvelki hayvanlara benzetir, alay ederler” olduğunu bildikleri halde “fikir metasını karaborsadan kurtar[mak]” adına “insanların gözünü boyamadan, insanlığın hayrı için el ele çalışılabilecek bir teşekkül yaratılabilir” olduğunu var sayıyor hâlâ; “Süleyman Bolluk ilim mecmuası, Ali Bey fikir ve sanat, Füruzan da popüler siyasi bir mecmua” konusundaki hararetli tartışmalarına devam ededursun bu ülkede, doğmadan ölüyor ne çok dergi. Her birimiz, “dünyada bugünkü kadar açlarla toklar birbirinden ayrı iki düşman grup halini almamış” olduğu gerçeğine başkalarını da ekleyerek “bu dünyayı biraz değiştirmek” isteğiyle “daha iyi bir dünya peşinde” olduğumuzu söyleyip duruyoruz kısılmış bir sesle.

    Dipnotlar:
    1 Halide Edip Adıvar, “Sonsuz Panayır” (İstanbul: Can Yay., 2016)
    2 Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Dersleri (İstanbul: YKY, 2003), 259
    3 25 kasım 1948’de yazılan mektubun tam metni için bkz. İnci Enginün, “Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları 1” (İstanbul: Dergah Yay., 2012), 110-111-112; Aynı dönemin birbirini yakından takip etmiş iki yazarının ilişkileri için adı geçen kitap içindeki “Yakup Kadri ve Halide Edip” (99-113) başlıklı yazıya bakılabilir.
    4 Yakup Kadri’nin bu karamsarlığını, ilk kez 1934’te yayımlanan “Ankara” romanının, 1964’teki üçüncü baskısına yazdığı üç paragraflık “bir not” yazısında açıkça görmek mümkündür.
    5 Bu proje için bkz. Elifhan Köse, “Muhafazakâr Modern Medeniyet Projesinin Kadın Mimarı: Halide Edip Adıvar”, Kebikeç 32, 2011

    #sonsuzpanayır #halideedip #geliradaletsizliği #dahaiyibirdünya #ayşebalkar

    romankahramanlari yanıtladı 1 ay, 4 hafta önce 1 Üye · 0 Yanıtlar:
  • 0 Yanıtlar:

Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.

Cevap ver: romankahramanlari
Sonsuz Panayır Romanında “Kurmaca” İyiler* Makale…
İptal Et
Bilgileriniz:

Tartışma Başlangıcı
0 of 0 Yanıtlar: Haziran 2018
Şimdi