ANNA KARENINA’YI YENİDEN OKUMAK
-
ANNA KARENINA’YI YENİDEN OKUMAK
ANNA KARENINA’YI YENİDEN OKUMAK*
Makale Yazarı: Zeynep Bağlan Özer
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Temmuz / Eylül 2018, 35. sayıda yayımlanmıştır.
XIX. yüzyıl Rus edebiyatının tüm dünyada tanınmasının önemli sebeplerinden biri siyasî göçtür. XX. yüzyılın başlarında yer alan siyasi gelişmeler sonucunda çoğu Rus aydını ülkelerini terk ederek Batı ülkelerine göç etmiştir. Yabancı topraklarda geçinebilmek için çeviri faaliyetlerine başlayarak, yakın çağ Rus edebiyatı eserlerini İngilizce, Fransızca ve Almanca’ya çevirmişlerdir. Başlangıçta Batı dillerinden Türk diline tercüme edilen bu eserler Türkiye’de araştırmacıların ve okuyucuların ilgi odağı olmuştur. Bu eserlerden biri, Türkiye’de 56 nüsha çevirisi bulunan Rus yazarı L. Tolstoy’un “Anna Karenina” adlı şaheseridir. Bu eser sadece bir aile veya bir kadının hikâyesi değil, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Rusya’da tarihi ve toplumsal yapının ve ruhani değerlerin değişimini anlatan romandır. Anna Karenina eseri 1875 tarihinden itibaren #RusskiVestnik adlı dergide yayımlanmaya başlar ve kitap olarak 1878 tarihinde yayımlanır. Bu süreç içerisinde romanın süje ve metin yapısının devamlı değiştiği ve düzeltildiği gözlenebilir. Tolstoy, “kendini kaybeden kadını” betimleyerek toplumun, mahalle baskısının veya yanlış değerlerin insanları nasıl etkilediğini anlatır.
#Kadın konusu her toplumu ilgilendiren ve önemini koruyan konulardan biridir. XIX. yüzyılda yaşayan eserin kahramanı Anna Karenina’nın kaderi, bugün de araştırma ve tartışma konusu olmaya devam ediyor. Araştırmalarda (İ. A. Bunin, D. S. Merejkovski, V. B. Şklovski, B. M. Eyhenbaum, Ya. S. Bilinkis, E. G. Babayev, R. F. Gustafson, E. Yu. Polyakova, V.A.Bogdanov, G. A. Ahmetova, J. L. Surkova, T. D. Pan, L. Ş. Migranova, V. Veresayev vd.) eserin çok farklı, bazen görünmeyen yönleri yorumlanmıştır. Sovyet dönemi Rus edebiyatında Anna Karenina eseri, Anna’nın hayatını ön planda tutarak aşkına kurban giden bir kadın profilini ortaya koydu. Batıda #AnnaKarenina bir kadın olarak #kurban değil, asıl eşi #AlekseyKarenin kurban olarak değerlendirildi. XIX. yüzyıl Rus ve Türk toplumlarının tarihi gelişmelerinden kaynaklanan ortak aile değerleri, örf-adetleri ve dünya görüşü Anna’ya acıyabilir, ama affetmez. Sosyolojide Ş.Mardin tarafından “mahalle baskısı” olarak adlandırılan bu olgu, kadın konusunun bugün de tartışılan önemli konulardan biri olduğunu gösterir. Tolstoy’un Anna Karenina eseri, kendini kaybeden Anna’nın trajik hayatına çözüm niteliğinde “kendini arayan insanları” sunar. Kendini arayan ve bulan insanlardan bir diğerinin romanın bir başka ana kahramanı #KonstantinLevin olduğu aşikârdır. Romanın yazım aşamasında ilk başlığın İki İzdivaç olmasının sırrı da budur. Bundan yola çıkarak, Tolstoy’un Anna Karenina eserinin “soru ve cevap”, “sorun ve çözüm” yönleriyle yeniden okunması beklenir. Bu makalede L.Tolstoy’un Anna Karenina eserinin çağımızda önemi ve ihtivası üzerinde durulacaktır.
Adını eserin başlığına veren Anna Karenina kimdir? Romanın ilk bölümünde Anna iyi bir anne, iyi bir eş, toplumda saygın bir yeri olan bir kadın olarak karşımıza çıkar. Başkalarının aile sorunlarına yardım eder. Sekiz yaşında bir oğlu (#Seryoja) vardır. Eşi Aleksey Karenin yüksek mevki sahibi, dürüst ve sorumluluk sahibi, ailesine duygularını pek belli etmeyen bir insandır. Ailesini kendi kalesi olarak gördüğü için tüm gücünü ve zamanını işine verir. Eşindeki değişimi ve ihaneti çok geç fark eder. Romanda Anna ile ilk tanıştığımızda bu acı kaderin belirtileri görülür. Tolstoy, Anna’nın güzelliğini anlatırken “korkunç ve zafer dolu” sıfatlarını kullanır. Anna’nın gözlerini şu ifadeler ile anlatır: “Anna’nın gözlerindeki ışık devamlı hareket eden çanlı bir ateş”; “gözlerinde titreyen, alevlenen bir pırıltı”, “gözlerinde alevlenen sevinçli bir pırıltı”, “konuştuğunda gözlerindeki durulmayan titreyen pırıltı ve tebessümü onu yaktı”, “yüzü parlıyordu, fakat bu parlaklık sevincin yansıması değildi”. Hayat ve karanlığın dengesini simgeleyen #ışık mefhumu romanın başından sonuna kadar mevcuttur. “Bu korkunç parıltı, alacakaranlıktaki yangını anımsatır”. Bir diğer ana kahraman #KitiŞçerbitskaya, Anna’yı gördüğünde onun güzelliğine hayran kalır, fakat “bu güzellikte çok korkunç zalim bir ifade” olduğunu belirtmesi Tolstoy’un kahramanlar arası diyaloglar vasıtasıyla birbirlerini değerlendirme yoluna başvurur. Kiti’nin yorumu ile yazar bir tehlikenin yaklaştığını ifade eder. Tolstoy iyi bir #gözlemci ve her yazar gibi hayat tecrübesinden, etrafındaki kişilerin hikâyelerinden yararlanıyordu. Anna’nın eşi Aleksey Karenin’in kaderini, üst düzey yönetici K. P. Pobedonostsev’in evlilik hikâyesinden uyarlandığı düşünülür.
Tolstoy, kahramanların kendilerine bile itiraf edemediği gizli duygularını doğa simgelerini kullanarak anlatır. Şiddetli fırtına tasviri Anna ve Vronski’nin karşılaşmasının yıkıcı gücünü betimler. Vronski ile tanıştıktan sonra bu korkunç fırtına Anna için güzel olarak görülür. Anna’nın “iyi” olarak algıladığı bu fırtına, “kötü” şeylerin, yani kaderinin değişmesinin bir habercisidir. Fırtına tasviri kaderin, bilinmeyenin ve tesadüflerin bir simgesi olarak ortaya çıkar. İnsana bağlı olmayan kaderin “fırtınası” karşısında insanın tercihleri ve davranışları insanın kaderini oluşturur. Anna, hayatının kapısını çalan bu fırtınaya direnmeye çalışır. İç dünyasında savaştığını, bu aşktan kaçmaya çalıştığını görebiliriz. Bu nasıl olabilir, diye kendine sorar Anna. Fakat bunları düşünürken bile davranış bozukluğunu izleyebiliriz. Mesela, bıçakla camı çizerken, bıçağın soğuk yüzünü yanaklarına dayamasını, sonra aniden gülmeye başlamasını hatırlamamız kâfidir. Anna, A. Vronski’nin ilgisine karşı duramaz, âşık olur.
Anna Karenina ile tren istasyonunda tanışıyoruz. “#Yol” kavramı Anna’nın hayat yolunu, bu yolculuktaki tercihlerini ve davranışlarını betimler. Varış noktasına ulaşıldığında kayıplarla ve acılarla döşenmiş bu yol sorgulanır. Trenin hareketindeki gürültü, monoton ses, #güzergâh, duracağı istasyonlar, hız, bu yolculuktaki kazanımların ve kayıpların simgesidir. Tren istasyonu ve #demiryolları anlam genişlemesine uğrayarak, romanın en önemli simgelerinden biri haline dönüşür, çünkü #Rusya’yı tasvir eder. #Tren, Rusya’nın yolculuğunu simgeler.
XIX. yüzyılın 70’li yıllarında Rusya’da yer alan köklü değişimlerin topluma nasıl yansıdığını izleyebiliriz. Romanı yeniden okuduğunuzda Konstantin Levin ve Kiti çiftinin bir örnek aile olduğunu ve onları bu mutluluğa ulaştıran en gebeli yolculuklarını görebiliriz. Romanda Anna Karenina’nın hayata bakışı ve değerleri devamlı Levin ile karşılaştırılmaktadır. Tolstoy, Anna’nın zıddı olarak Levin’i tercih eder, Levin karakteri ile kendi varlığını hissettirir. #Flaubert’in, “Madam Bovary benim” demesi, edebî eserlerde cinsiyetin arka plana itilerek “#insan” mefhumunun üstünlüğü ve öneminin vurgulanması “Anna Karenina ve Konstantin Levin” antipodunu yadırgamadan bir yol seçimi süreci, hayat yolculuğunun gerçek anlamı olarak algılamamızı sağlar.
Her eserin arkasında muhakkak yazarın şahsiyeti, hayat tecrübesi ve dünya görüşü büyük önem taşır. Anna’yı daha iyi anlamak için Tolstoy’un diğer eserlerine başvurmak gerekir, çünkü her metnin oluşmasında yazar önceki metinlere dayanır. Lev Tolstoy Anna Karenina üzerinde dört yıl çalışır, fakat bu konu ile ilgili düşünceleri çok eskilere dayanır. Bu çalışmanın öncülüğünü yapan “Aile Mutluluğu” (Semeynoye Şçastye) eseridir. #Aile değerini, sevginin değerini anlatmak isteyen Tolstoy, fedakârlık, emek ve sorumluluk kavramlarının öğrenilmesi gereken duygular olduğunu göstererek, #Maria’nın bunu geç de olsa fark ettiğini, ama gönül yaralarının telafisinin zor olduğunu anlatır. Aile mutluluğunun temellerini anlatmaya çalışan Tolstoy’un öğüdü: “anlamakta geç kalmayınız”, sevginin değerinin bilinmesi ve koruması gerekir. Maria ve eşinin yaş farkını olay örgüsü ile vurgulayan Tolstoy, bu farkı Maria’nın ağzıyla engel olmadığı, hatta artı olarak gördüğünü gösterir. Dolayısıyla Anna Karenina’nın trajedisinin eşinin 20 yaş büyük olduğundan kaynaklanmadığı aşikârdır. Maria, eşi tarafından sadece çocuklarının annesi ve bir kadın olduğu için saygı görmeye devam eder, ama eskisi gibi gönül bağının olmadığına çok üzülür. Her eserin bitişinin, hayatın sonu anlamına gelmediği düşünüldüğünde bu bağın onarılması zaman isteyebilir. Maria, suç çizgisini geçmediği için mi bir anne ve kadın olarak saygı görür? Anna Karenina yaşadığı yasak aşkından pişmanlık duyarak, önce Tanrı’nın ve sonra da eşinin affına sığınabilir miydi sorusunu akla getirebilir. Kadının sesi olarak değerlendirilen Anna Karenina eserinin yanında, Tolstoy’un 1887 yılında başladığı ve 1891 yılında yayımlandığı bir diğer eseri olan “Kreutzer Sonatı” bir erkeğin (Vasili Pozdnışev) sesi olarak tanımlanabilir. #VasiliPozdnışev gene bir tren vagonunda hayatını anlatır. Bu itirafların hareket eden bir tren vagonunda dile getirilmesi de metinlerarası bağı güçlendirir. Hiç tanımadığınız insanlara içini dökme eylemi de ruhsal boyutunu simgeler.
Tolstoy, çözüm ve uhrevi arınma için çok farklı yollar gösterir. Tolstoy, “Yeniden Doğuş” (Voskreseniye) adlı eserinde toplumun ahlaki çöküşünü yansıtır ve çözüm olarak bir insanın davranışlarını geliştirerek, yeniden bir doğuş sürecini tekâmül ettirebileceğini Katya Maslova’nın hayatı ile anlatır. Manevi çöküşe yol açan ve hatta ölüme götürebilen duygu zafiyetinden dolayı düştüğü çukurdan çıkarak ruhani zafere ulaşan Katya yeniden doğuş yolunu tercih ederek bunun mücadelesini verir. Romanın sonunda #KatyaMaslova, dik duran ve toplumda yerini bulan güçlü bir kadındı. Aynı yazarın #metinlerarası diyalogunu okuyabilmek kadar diğer yazarların eserleri ile diyalogun kurulması çok önemlidir. Çağının diğer yazarlarının eserlerine de başvurmak önem taşır. Anna ile aynı dönem de yaşayan Katerina adlı bir genç kızın hayatını A.Ostrovski 1859 tarihinde kaleme aldığı “Gök Gürültüsü” (Groza) adlı eserinde anlatır. Sevgi ortamında yetişen Katerina evliliğinde mutsuzdur, kaynanası ona çok kötü davranır, özünde iyi, sakin ve sessiz olan eşi onu koruyamaz. Kaynanasına itaat eden Katerina’nın iç dünyası bu şiddete ve cehalete karşı isyan eder. Bu iç isyan Katerina’yı yanlış bir adıma sürükler, Boris’e aşk olur. Gizli görüşmeler, yalandan nefret eden Katerina’yı rahatsız eder ve her şeyi eşine anlatmaya karar verir. Karşılığında nefret ve aşağılama bulur. Boris ise aile ve mahalle baskısından kaçınarak Katerina’yı terk eder. Kurtulmak için Katerina kendisini İdil nehrine atarak hayatına, daha doğru tasvir edersek, aşkına son verir. N.Dobrolyubov, bir şahsiyetin uyanışını simgeleyen Katerina’yı “karanlığa bürünmüş çarlıkta bir ışık” olarak değerlendirir. Birbirine benzeyen, bugünlerde de sık rastladığımız çok tanıdık acı hikâyelere Rusya’nın XIX. yüzyıl ortalarında mevcut olan farklı aile yapılarının ve toplumsal değerlerinin manevi çöküşü yansır. Her toplumda olduğu gibi bu değerleri korumaya çalışan örnekler de her zaman yaşar. İnsan her istediğini yapamaz. #Tolstoy’a göre, bir insanın sevdiği şeyleri nasıl yaptığı değil, sevmediği şeyleri nasıl yaptığı önemlidir. “Mutluluğun temelinde nedamet olmamalıdır”, der Tolstoy. Yanlışlarımıza çok sık gerekçe olarak atıfta bulunduğumuz kaderin karşısında #vefa ve sadakati A.S.Puşkin, “#Fırtına” (Metel) adlı eserinde anlatır. Kaderin getirdiğine karşı doğru adım atma ve sabretme, değerlerin korunması mutluluğa ve huzura giden bir yol olarak gösterilir. Fırtına adlı eserin kahramanı Maria’nın da kaderini değiştiren fırtınalı bir havada oluşan olaylarda “fırtına” mutluluk kaderini çizer.
Ahlak değerlerine dayanarak bir insanın kendi duygularını yönetebileceğini Puşkin’in “#YevgeniOnegin” adlı eserindeki #TatyanaLarina gösterir. Köylü kızı Tatyana âşık olur, çekinerek aşkını Onegin’e yazdığı mektupla ilan eder, ama karşılık bulamaz. Evlendikten sonra bir baloda Onegin ile karşılaşır. Onegin onu tanıyamadı, dış güzelliği öne çıkartan elbisenin altında aynı kişi olduğunu Onegin fark edemedi; sadece güzel bir kadını fark ederek yakınlık gösterdiği zaman, Tatyana cevaben başkasına ait olduğunu ve ebediyen ona sadık kalacağını söyler. Evliyken Tatyana, bir zamanlar aşk olduğu Onegin’in ilgisine karşılık verse idi ne olurdu? Tolstoy, Anna Karenina örneğinde bu sorunun cevabını verir. Bu açıdan bakıldığında, eserin başlığının Anna Karenina olması anlaşılır. Bu eserde “iyi” ve “kötü”, “doğru” ve “yanlış” kavramlarının iç içe olduğu birbiriyle savaştığı ve birinin galip geldiği görülür. Bu şaheserin özü, Tolstoy’un belirlediği gibi İncil’den bir kesit: “#Tanrı’dan başka kimse başkasını yargılama hakkına sahip değildir”.
Anna Karenina bir kurban mı? Hayatı uçuruma doğru nasıl sürüklendi? Tolstoy, ahlaki düşüşünün sürecini anlatmaya çalışır. Anna ismi “#merhametli, hayırlı” anlamına gelir ve kimsenin doğuştan günahkâr olmadığına işaret eder. Anna zorla evlendirilmemiştir; hatta yaptığı evliliğin kendisine toplumda saygın bir yer kazandıran türden bir evlilik olduğu görülür. Etrafında olanlar Anna’yı sevmesine rağmen Anna rahat, sakin hayatından sıkılır, kendisini mutsuz hisseder. Yakınlarının duygularını ve gücünü sömüren Anna, sadece kendisini düşünen, kendi penceresinden bakan bir kadındır. Anna’nın bir işi veya ruhani meşguliyeti olmadığı için kendini aşkına hapseder, dünyayı Vronski’nin gözüyle görmeye başlar; toplumun ikiyüzlülüğünden rahatsız olmasına rağmen karşı durmaya çalışır. Tolstoy, Vronski’nin konağında yaşayan Anna’yı şöyle betimler: “En önemli işi ve telaşı kendisi idi: Vronski için ne kadar değerli olduğunu, onun hayatında ne kadar yer kapladığını düşünürdü. Vronski, Anna’nın bu tek hedefine değer verirdi, ama aynı zamanda her tarafını saran bu aşk baskısı ona ağır gelmeye başladı. Bu, kaçışın bir başlangıcı idi”. Yazar, “hayattan kaçamayacağınızı” söyler; “aşkı sadece kendi sınırlarınıza hapsettiğiniz zaman, aşkın en önemli işlevini yok ediyorsunuz”, der. Nitekim Anna’nın yaşadığı #ikilem, tiyatroda uğradığı aşağılanma oğluna karşı hissettiği suçluluk duygusu, vicdan azabı mutlu olmaya izin vermez. Anna, “biz bu dünyaya birbirimizden nefret etmek, kendimize ve başkalarına çile çektirmek için mi geldik? Her şey yalan, her yerde kötülük”, diye sitem eder. Vronski ile yaşadığı tartışmalar ve kavgalar hayatını cehenneme çevirir. Acılarını bastırmak ve unutmak için daha önce de kullandığı morfini “kurtarıcı” olarak görür.
Gerçek ve hayal arasında yaşayan Anna; evde, tren istasyonunda, vagonda yolcuların arasında hep bir yaşlı işçiyi görür. Gerçek bir kişi mi? #Birsam mı? Omuzlarına bir çuval atan yaşlı bir işçi devamlı Anna’nın hayallerine ve rüyasına girer. Anna rüyasını Vronski’ye şöyle anlatır: “Koşarak odama girdim, bir şey almam gerekirdi… Köşede kımıldayan bir şey vardı. Bu şey döndü. Küçük korkunç bir #işçi. Kaçmak istedim, fakat o keseme baktı ve elleri ile bir şey arıyordu…” Anna, rüyasına devamlı giren yaşlı işçiyi Vronski ile tanışmadan önce de görmüştü. Rüya ve gerçek arasında yaşayan bu işçi Fransızca konuşur, 1. sınıf vagonda seyahat eder. Ya.S.Bilinkis’e göre, Anna’nın rüyalarındaki bu yaşlı işçi #evrenselahlak kurallarını simgeler. “Yaşlı çirkin işçi”, ruhu boşaltan günahın, utancın ve ahlaki düşüşün bir simgesidir. Mitolojik ve folklorik unsurlar içeren “yaşlı işçi” kavramı aslında iç dünyamızın bir aynasıdır. Bu aynada işçinin şekli masallarda olduğu gibi değişebilir. Bazen #demirci olarak karşımıza çıktığında ateş simgesi ortaya çıkar. Anna, trende Vronski’yi hatırladığında esrarengiz bir iç sesi “sıcak” der… Ateş simgesi: “kırmızı ateş gözlerini kör etti”. Bazen Anna çekiç ile demiri dövme sesleri duyar. Bu işçi ve demir yolları arasında ayrılmaz bir bağ mevcuttur. Ateş ve demir bir demirciyi tasvir eder. Demir simgesi çağın ahlaki düşüşünü, yeni hayatın getirdiği kötülüğü düşündürür. “İşçi-demirci” Fransızca konuşur. #Fransızca’nın körü körüne üstün tutulması Griboyedov’un ve diğer Rus yazarlarının eserlerinde önemli bir konudur. Kendi kültürünü hor gören ve yabancı olan Fransız kültürüne âdeta tapan insanların geleceği karanlıktır, çünkü tutunacak kökleri yoktur.
Anna neden intihar etti? Çoğu araştırmacılar Anna’nın sadece kendisini sevdiğini ve bu egoizmin onu ölüme sürüklediğini düşünür. Anna’nın Vronski’den intikam almak için tren altına atlaması fikri yüzeysel kalır. Sadece kendisini seven, kendisini önemseyen biri ölümü tercih etmez. Kendi hayatını ve etrafında olan insanların hayatını cehenneme çevirebilir, herkesi suçlar ve yargılar. Anna; günah ve vicdan, aşk ve ihanet, ölüm ve hayat arasında tercih yapar. Anna, “Ben o eski Anna değilim” der. Dönüştüğü Anna’dan kendisi nefret eder ve yok etmeye çalışır. Karenin, eşinin ihanetinden emin olduktan sonra bu durumdan nasıl bir çıkış yolu olabilir diye hep düşünür. Metin içerisinde “#günah” kelimesi “#kir” ile çağrıştırılıyor. Aleksey Karenin, Anna’nın sıçrattığı bu kirden nasıl temizlenirim derdine düşer. “Ben bu kadın için her şeyi yaptım, ama o hepsini ayağının altına aldı ve hak ettiği kire bulaştı”. İç isyan ve sitem vardır, ama soğukkanlılığını bırakmaz, üzüntüsüne rağmen bunu belli etmez, oğlu ile ilgilenmeye devam eder. Anna’nın Vronski’den olan çocuğunun doğumunun evinde olmasına izin verir, yeni doğmuş kız çocuğunu eşine benzeterek sever. Eşinin ihaneti kariyerini etkiler, toplum nezdinde itibarsızlaştırılmasına rağmen dik durmaya devam eder. Anna ise, “doğum esnasında hep öleceğini düşünür, içinden kendisini ölüme hazırlar”. Anna doğum sonrası bilinci bulanıkken “#Aleksey” diye çağırır. Ama hangisini? İkisinin de adı Aleksey. Karenin ve Vronski’nin isimlerinin aynı olması önemli bir detay. Karenin, Vronski’yi teselli eder. Karenin ile bu buluşmadan sonra Vronski vicdan azabı çeker. Anna ile karşılaşması Vronski’nin hayatını da değiştirir.
Anna, “Ben aşk istiyorum, hâlbuki aşk yokmuş. Öyleyse her şey bitmiştir. Sonlandırmak lazım”. Bu sözler amacın yokluğunu ifade eder. Devamlı kullandığı çok güçlü uyuşturucu ilacın etkisi altında intikam duygusundan ziyade suçluluk duygusunu bastırmak ve kurtulmak için ölümü seçer. Çıkış yolunu bulamadı, kendisini de, eşini de, sevgilisini de affedemedi. Sorumluluğu başkalarına yüklemek, toplumu ve çevreyi yargılamak bireysel sorumluluğu ortadan kaldırabilir mi? Anna, eşi ile ilgili “iyiliği ve merhametinden nefret ederim”, der. Vronski ile gittiğinde Anna aslında ailesini, tek sığınağı olan kalesini kaybetmiş olur ve savunmasız duruma düşer. Böylece yuvasız bir gezgine dönüşür. Vronski ile İtalya’ya gider, ama aradığı aşkı ve huzuru bulamaz. Anna gençti, bulunduğu durumun yükünü kaldıramıyordu, çünkü tüm iç dünyası sadece aşk hayatına kilitlenmişti. Dış hayat tamamen bu kapıların arkasında kalır. Ruhun feryadını ilaçlarla bastırıyordu. Tolstoy, Anna’yı yargılamıyor, sadece bu uçuruma nasıl geldiğini anlamaya çalışıyor. Tolstoy, herkesi kendi içine ayna tutmaya davet eder.
Anna ve Vronski engelleri aşabilselerdi veya toplum onların birlikteliğini kabul etse idi mutlu olabilirler miydi? Tolstoy’un anlattığına göre imkânsızdı, çünkü arzular geçicidir. Peki, yerine ne koyabilirlerdi? Maalesef, Anna elinde olan hiçbir şeyin değerini anlayamadı, ama en önemli sorun olarak fizikî ve ruhî uyuşturucu etkisinden kurtulması için çaba da göstermedi. Tolstoy, Anna’yı yargılayan üst tabakanın da pek çok örtülü günahları olduğunu gösterir. Anna, toplumun tepkisine karşı dik durmaya çalışmasına rağmen çözümü kaçışta arar. Fakat yurtdışına çıkması ve Vronski ile yaşaması onu huzura kavuşturmaz. Bütün çabası Vronski’yi yanında tutabilmekti. Kıskançlık krizleri, devamlı kavgalar Vronski’yi daha da uzaklaştırır. Vronski, özgürlük alanının kısıtlanmasından rahatsız olur, hatta sinirlenir. Dışarıdaki hayatını kaldığı yerden yaşamaya devam eder. Anna evde oturup onu beklemek zorunda kalır. Vronski eve döndüğünde de eskisi gibi kendisini sevmediğini ileri sürerek sorularıyla, şüpheleriyle ve sitemleriyle onu âdeta boğuyordu. Aslında ilk buluşmalarından sonra bile okuyucu bu ilişkinin uzun sürmeyeceğini tahmin eder. Toplumun yargıları ve kendi duygularına esir olan Anna çaresizlik içerisinde kalır. Anna’nın ölümü Vronski’yi derinden sarsar ve hayatının dönüm noktası olur. Tolstoy’a göre, aile hayatını bilmeyen Vronski’nin iç dünyası sorumluluktan uzaktı, ama kendisinin de çok geç fark ettiği değişim tohumları var olduğu sonradan Levin ile konuşmalarından görülür. Kendi isteği ile Balkan savaşına gitmesi hayat değerlerini yeniden gözden geçirmeye başladığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Sevmek, öğrenilen ve geliştirilen bir duygu, emek gerektiren bir duygu, ama karşındakinin kim olduğu da büyük önem taşır, çünkü bu süreç tek taraflı olamaz. Bu sürecin pusulası doğru değerler, ahlaki davranışlar, tercih ettiğiniz ve yüklendiğiniz sorumluluklardır.
Karenin, sevgisini açık ifade etmeyi sevmeyen, sert görünümlü bir insan. Rus edebiyatında koca Karenin, eşi ile pek ilgilenmediği ve aşkı için savaşmaması sebebiyle zayıf olarak değerlendiriliyor. Anna’nın ihaneti ile Karenin’in de, oğulları Seryoja’nın da hayatı değişir. Anna’nın ölümünden sonra Karenin onun kızına sahip çıkar. XIX. yüzyıl Türk toplumunda da sevgisini gösteremeyen, ama bu sevmediği anlamına gelmeyen #baba ve eş tipine de sıkça rastlanır. Türk toplumunda bir kocanın, karısının bir başkasından olan bir çocuğu kendi evinde dünyaya getirmesini düşünmek zordur.
Tolstoy, gerçek aşkın tanımını vermeye çalışır. Sadece dış güzelliği için sevilmez insan. Sorumluluk duygusu sorgulanır. Bu sorumluluk üstlenilmediğinde, kurtulmak istenilen ağır bir yük haline dönüşür. Tolstoy, ihanetin muhakkak bir bedeli olduğunu vurgular. Er veya geç Tanrı tarafından bir bedel muhakkak ödettirilir, yani söz konusu ilahî cezadır. Burada ihanetin en büyüğü çocuğa yapılan ihanettir. Anna çocuğunu düşünmeden ölüme atlarken aslında öncelikle çocuğuna ihanet ediyor. Tolstoy’un kendi ailevi hayatındaki huzursuzluğu, eşinden ayrılamama durumunu hatırlayalım. Tolstoy’un eşinin, tren altına atlamayla tehdit ettiği hadisesinin bu esere yansıması doğaldır.
Dil dünya görüşü toplumun ve kahramanların hayata bakışını, değerlerini, amaçlarını yansıtmaktadır. Antik deyim ve vecizelerin kullanılması Rusya’nın siyasî ve toplumsal durumunu Roma’nın gerileyiş ve düşüşü ile karşılaştırır. “#İtaat”, “#Tevekkül”, “#Af” kavramlarını ifade eden “Hakkını helâl et”, “Hak etmezsem de merhamet et”, “Değerini bilmeyenin karşısında dil dökme”, “Ne yaptığının farkında olmamak”, “Kendini aşağılayan, yükselir”, “Gömleğini alana kaftanını da ver” gibi deyim ve vecizeler Tolstoy’un bireysel dünya görüşünün birer yansımasıdır. Anna Karenina eserini daha iyi anlamak için L.Ş.Migranova tarafından hazırlanmış Izdırabın Doluluğu ve Mutluluğun Boşluğu adlı Sözlük’e başvurulabilir. Bu Sözlük’teki kelimeler, deyimler, atasözleri ve vecizeler eserin birer anahtarıdır. Romanda yer alan kahramanların Fransızca konuşmaları Rusya’nın Avrupa değerlerini benimsediğini ve çoğu durumlarda üstünlüğünü ifade eder. Dinî kitaplardan atıflar ve dinî deyimlerin çok kullanılması Tanrı’yı unutan bir toplumu yansıtır. Toplumsal hadiseleri, olayları değerlendirmelerin arkasında kahramanların iç dünyasını ve hayatını düzenleyen değer yargılarını da görebiliriz. Kahramanların farklı kültürlere yakınlığı da ortadadır. Konuşma davranışları, kahramanların eğitim düzeyi, dil bilgisi, değerleri, kendi kültürünü ve geleneklerini tanıma seviyesi, dünya kültürü ile ilişkisi, toplumdaki yerini yansıtır. Her kahraman, konuşma ve davranışlarıyla aslında kendini değerlendirmektedir.
Hatayı kabul etmek önemlidir. Hataları düzeltmek ve daha iyi birisi olmak için çaba göstermek ve emek sarf etmek daha önemlidir. Tolstoy için öncelikli olarak #pişmanlık duyma ve hatanın farkında olma bilinci kelime terkiplerine şöyle yansır: “ruhun gizli köşeleri”, “seyirci sürüsü”, “hayranlık şarabı”, “aklın kabul odaları”, “akıla başvurmak”, “toplumun kristalleşmesi”, “yalan kalkanı”. Eserde geçen “kendini kaybetmek”, “taş atmak”, “kir atmak”, “kire bulaştırmak”, “düşene vurulmaz” gibi çok sayıda deyim Anna’nın ahlaki düşüşünü, toplumun Anna’ya kötü davranışını gösterirken ceza makamının sadece Tanrı’ya ait olduğunu da vurgular. Tolstoy, arzuyu ifade eden “istemek, dilemek” sözcüklerini “yemek”, “içmek”, “susamak” gibi sözcükler ile betimler. Adalet kavramı çok farklı yorumlanır: “gömleğini aldıklarında kaftanını da ver”, “bir tokat atıldığında diğer yanağı hazır et” gibi deyimler kötülüğe karşı koymamak görüşünü yansıtır. Her şeyi affetmek, karşı çıkmamak, düşmanını da sevmek gibi #Hristiyanlık kaideleri hayat felsefesi olarak sunulmaktadır.
Semboller, kahramanın iç dünyasını simgeleyen önemli bir araçtır. Tolstoy, her zaman sembollere başvurur. Demiryolları romanın başından sonuna kadar önemli bir yer tutar. Vronski ile tanıştığı gün bir işçinin ölümü, Anna’nın oğlu Seryoja’nın demir yolu oyunu ile uğraşması bunlardan bazılarıdır. Aynı zamanda demir yolları yeni bir yolun ve yeniliğin simgesidir… Bu yol beraberinde kötülüğü de yalan dünyayı da getirir. Yolcuların vagondaki konuşmaları bunu yansıtır. Bu sohbetlere Levin de katılır. Yeni dönemin getirdiği karmaşa, endişe, korku, yabancılık ve kendini kaybetme duyguları hâkimdir.
Tolstoy, sembolü sanatın bir akımı olarak değil, hayat tanımının gizli bir anahtarı olarak algılar. #Semboller gerçek hayatla bağlantılıdır, daha doğrusu gerçek hayattan doğar. Dolayısıyla Tolstoy’un kullandığı semboller çok güçlüdür ve çoğu zaman basit detaylarda saklıdır. Tolstoy her zaman detayı bir anlam için kullanır, detay belli bir amaca hizmet eder. Mesela, bir mumun yanıp sönmesi Anna Karenina’nın hayatını ve ölümünü simgeler. Baloda Anna’nın elbisesinin siyah renkli, Kiti’nin ise pembe olması da anlam göstergesidir. “#Balo”, “#opera” ve “#tiyatro” sözcüklerinde olumsuz bir değerlendirme görülür. Tolstoy, tiyatroda hakikati yalandan ayırmanın çok zor olduğunu, sahnenin insanları etkilediğini ve saflığını kaybettirdiğini düşünür. Bütün detaylar birbirine bağlıdır. Hatta mistik bir boyut kazanır. Bu detaylar kahramanların değerlerini, davranışlarını ve duygularını daha iyi betimlemek için kullanılır. Mesela, Vronski’nin Fru-Fru adlı atın tasvirinde Anna ile ortak yönler sergilenir. Tolstoy, arkadaşından Fru-Fru adlı bir at satın alır. Aslında #FruFru bir edebi kahramanın adıdır. Jilbert adlı hafifmeşrep bir kızın ev ortamında kullandığı bir lakaptır. Fru-Fru evleniyor, sonra kocasını ve oğlunu bırakarak sevgilisiyle kaçıyor. Düelloda kocası sevgilisini öldürür. Fru-Fru evine döndükten sonra ölür. Dolayısıyla Vronski’nin atının adı Anna Karenina’nın kaderini simgeler. D.S.Merejkovski, Anna Karenina romanında Fru-Fru adlı at ve Anna arasında paralelliklerin mevcut olduğunu ifade eder. Fru-Fru kusursuz bir at. Anna’ya baktığınızda da dış görünüşü ile etrafını büyülemektedir. Bu paralellikler bir tesadüf değildir. Fru-Fru’nun bir at yarışı sırasında ölümü Anna’nın trajedisini simgeler. #Atyarışı önemli bir göstergedir. Bu yarışa katılanlar gladyatörlere benzetilir. Böylece Vronski #gladyatör olarak tasvir edilmiş olur. Hatta Vronski’nin kaybettiği yarışta Mahotin’in atının adının “Gladyatör” olması bu açık tasvire yol açar. Bu tür antik benzetmeleri kullanarak Tolstoy, Çarlık Rusyası’nın çöküşünü Roma İmparatorluğu’nun gerileyiş ve çöküşüne benzetir. Bu yarışların hazırlığı ve gösterinin ayrılmaz parçası seyircilerin de tasviri toplumun “değerlerini” ortaya koyuyor. At yarışlarının diğer bir göstergesi Anna’nın geleceğini simgelemesidir. “Ahlaki çöküşün” göstergesi olan at yarışları Anna’nın düşüşünün, Vronski’nin kaderinin değişmesini betimler. Karenin’in at yarışlarının “zalimce bir gösteri” olduğunu ifade etmesi, zalim olarak gösterilmeye çalışılan bu kahramanın görülmeyen insani yönünü işaret eder.
Romanda yer alan semboller ve detaylar birbirine bağlıdır. Fırtına, Anna’nın hayatını, #kırmızıkâse Anna’nın sırlarının kutusunu ve onun açılmasıyla itibarının kaybını tasvir eder. Anna’nın hayatındaki dönüm noktalarında kâse ve yaşlı çirkin işçi bir arada ortaya çıkar. Kırmızı kâse ilk defa Anna’nın Dolli ile sohbeti esnasında görülür. O zaman bu detay okuyucunun dikkatini çekmeyebilir. Semantik tekrarlar bu detayı güçlendirerek, sırların er veya geç ortaya çıktığını gösterir. Bu detaylar kahramanların duygularını aktarır. Mesela, bir evliliğin simgesi olan alyansın biraz büyük olması ve devamlı parmağından düştüğünü ifade ederek alyansı kolayca çıkartması önemli bir detay olabilir. Parmağından yüzüğü çıkarma isteği bilinç dışı davranış olmasına rağmen bu birlikteliği sonlandırmaya hazır olduğunu gösterebilir. Karşılaştırma olarak vefalı bir eş olan Kiti’nin oğlunu yıkadıktan sonra ince parmaklarına yüzüğünü taktığını ve kocası konuştuğu zaman onu çok dikkatli dinlediğini vurgulaması Tolstoy’un metin içi ve metin dışı devamlı paralellikler oluşturduğunu gösterir. Tolstoy, Puşkin geleneklerine devam ederek, metin içi (Anna ve Karenin, Anna ve Vronski, Anna ve Fru-Fru, Vronski ve Levin, Vronski ve Kiti, Anna ve Levin, Anna ve Kiti…) ve metin dışı (Anna ve Tatyana, Anna ve Maria, Anna ve Katerina, Levin ve Bolkonski…) çapraz inceleme ve çapraz değerlendirme yöntemini kullanır. Metin dışı paralellik örneğini verebiliriz: Levin, geceyi dışarıda geçirdiği an gökyüzüne bakarak “Ne kadar güzel bir gökyüzü” der ve daha önce hiç fark etmediği şeyleri hayranlıkla ayrıntılı bir şekilde anlatır. Tolstoy’un “Savaş ve Barış” eserinde de Andrey Bolkonski savaşta ağır yaralanırken gökyüzüne bakar ve nasıl bu gökyüzünü daha önce fark etmediğini düşünerek, hayatın gerçek değerleri üzerine düşünür. #Gökyüzü, Tanrı’nın yolunu simgeler. Hayatın hızlı akışında kendini kaybetmemek, yanlış yola sürüklenmemek önemlidir, der Tolstoy.
Yalnızlık kavramı Tolstoy’un eserinde çok renkli anlamlara bürünür. Sevdiğin, âşık olduğun insanla birlikte olmak yalnızlıktan kurtarmıyor. Anna bunu geç de olsa hissediyor. Yalnızlığın sebebini başkalarında aramamak gerektiğini kavrayamayan Anna, devamlı Vronski ile kavga eder, onu ilgisizlikle suçlar. “Almak” ile iç dünyanızın dolamayacağını fark edemez, ne kadar alırsanız alın dolmaz bu boşluk. Anna, bu boşluğun içinden kendisi çıkamıyor. Maalesef, çocukları da dolduramadı bu boşluğu. #Annelik duygusunun her kadında var olduğunu varsaysak bile, anne olmak vasfı öğrenilen ve geliştirilmesi gereken bir duygudur. Duygu dünyası (eş olmak, anne olmak, birey olmak) akılla değerlendirilip yönetilmediğinde her insanı hatalara götürebilir. L.Tolstoy, Anna Karenina eserinde sadece kadının kaderini değil, çocukların kaderini de ortaya koyar. Çünkü Anna ölümü seçerek, iki çocuğu yetim bırakır. Çocukluk çağı hatıraları her insanın hayatında çok etkileyici bir unsurdur. Annelerinin toplumdaki yeri ve itibarı çocukların hayatını belirleyebilir. Anna’nın seçtiği acı bir son, çocuklarının hayatında büyük ve kapanması zor bir yara açabilir. Tolstoy, bir annenin çocuklarına karşı üstlenmesi gerektiği sorumluluğu bu eserde gündeme getirir. Psikoterapi imkânlarının XIX. yüzyılın ortalarında yaygın olmadığı bir dönemde, çıkış ve çözüm yolunu insanlar kendileri okuyarak aramak zorunda idi. Duygu krizini yönetmek, doğru çözümü aramak, kendini bulmak kolay bir süreç değildir. İlk adım istemek ile başlar. Anna kendi acılarını ve hayatındaki kördüğümü morfin desteği ile “çözmeye” çalışır. Morfinin güçlü bir ağrı kesici özelliğinin yanı sıra bir uyuşturucu olduğunu ve bağımlılığa yol açtığını da unutmamak gerekir. Anna, vicdan sesinin ve bu yükün ağırlığına dayanamayan ruhunun feryadını susturmak ister. Hayatını sonlandırmasını bu uyuşturucunun etkisi altında yapar, vazgeçtiğinde ise çok geç kalır. Eser Anna’nın ölümüyle bitmez, devam eder. Tolstoy, her eserinde ortaya koyduğu problemin çözüm yollarını da sunar. Dikkatli okuyucu bunu zaten fark eder. Bu çözümün adı: Kiti ve Levin çiftidir.
Anna Karenina eseri sinemada önemli yerini alır. Anna, 1937 tarihinde A.K.Tarasova, 1968 tarihinde T.E.Samoylova tarafından canlandırıldı (Yönetmen V.İ.Nemiroviç-Dançenko). Baleye 1972 tarihinde uyarlandı. Anna Karenina’yı yeniden okumaya davet eden ve 2009 tarihinde çektiği Anna Karenina filmine bunu yansıtmaya çalışan Rus film yapımcısı #SergeySolovyov şöyle der: “Anna’nın trajedisi, her kadında olabileceği gibi, istediği ve arzuladığı her şeyi aldığı için hayatının zehirlenmiş olmasıdır.” Bu film, Anna’nın trajedisinden ziyade Karenin’in trajedisini yansıtmaktadır. Filmde Karenin rolünü oynayan Oleg Yankovski genç değil, fakat karizmatik, şık, akıllı, eşine karşı çok naziktir… Filmde Karenin ailesi dışarıdan bakıldığında son derece mutlu bir çift olarak görülüyor. Yaşanan olaylardan sonra bile Aleksey Karenin, eşini affetmeye ve Vronski’den olan kız çocuğunu kabul etmeye, isterse boşanmaya da hazırdı. Bu davranış biçimi, çözüm arayan merhametli bir insanın kararıdır. Türk toplumunda nadir karşılaşabileceğimiz, hatta hiç karşılaşmayacağımız bir davranış biçimidir. Dolayısıyla Aleksey Karenin’in de bir kurban olduğu düşünülebilir.
Tanrı inancını kaybeden ve içi boşaltılmış değerlere sahip çağdaş dünya, demir raylar üzerinde sonuna doğru hareket ediyor, der Tolstoy. Zaman ve mekân değişse de insanların hayat hikâyeleri değişmiyor. A. Vronski ve Anna Karenina bugün yaşasalardı, ahlaki değerlerin toplumda pek önemsenmediği, sorumluluk, vefa ve vazife kavramlarının arzuların gölgesinde kaldığı, “istediğimi yaparım” sloganı ile var olan özgürlük anlayışının öne geçtiği bu dönemde romanın finali belki de farklı olabilirdi. Anna sadece duygularını kılavuz ederek yaşadı, aşkın tek yönünü önemsedi. Tolstoy, ruhu ve aklı olmayan aşkın uzun yaşamadığını gösterir ve Anna Karenina örneğinde aslında nasıl olunmaması gerektiğini anlatır. Olumsuz örnekler de öğretici niteliğini taşır. Okuyucular bazen tüm dikkatini Anna’nın üzerinde toplar, merkezî bir figür olarak algılar. Hâlbuki bu eser sadece Anna’nın mutsuzluğu ve dramı değildir. Gerçek sevginin değerini anlamaya davet eden L.Tolstoy’un Anna Karenina romanı, her çağda ve her toplumda önemini korur. İnsan olmak, şahsiyetini inşa etmek her zaman akıl ve duyguyu terbiye etmekten geçer. Folklor kahramanları dahi mutlu olabilmek için zorluklara tabi tutulur. Mutluluğa kolay yollarla ulaşılmaz. Hayatının sınavını vermek için iyi amaç edinmek, emek harcamak, fedakârlık yapmak, sabırlı olmak ve sorumlulukların farkında olmak önemlidir.
yayımlanmıştır. #19uncuYüzyıl #RusEdebiyatı #şaheser #kendinikaybedenkadın #mahallebaskısı
#şiddetlifırtına #trenistasyonu #yasakaşk #AileMutluluğu #YenidenDoğuş
#GökGürültüsü #vicdanazabı #yaşlıçirkinişçi #aşkveihanet #aynatutmak
#ilahiceza #hakkınıhelalet #IzdırabınDoluluğuveMutluluğunBoşluğu
#kahramanlarıniçdünyası #toplumunkristalleşmesi #yalankalkanı
#hayranlıkşarabı #ÇarlıkRusyasınınçöküşü
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.