Roman Kahramanları
André Breton, Nadja ve Paris
-
André Breton, Nadja ve Paris
André Breton, Nadja ve Paris*
Makale Yazarı: Çağrı Eroğlu
*Bu makale Roman Kahramanları (Ekim / Aralık 2016) 28. sayıda yayımlanmıştır.
Fransız gerçeküstücülüğünün en önemli yazar, şair ve kuramcılarından olan André Breton’un (1896-1966) Nadja başlıklı gerçeküstücü romanı ilk olarak 1928’de, ardından 1963 yılında yazarı tarafından yeniden gözden geçirilmiş olarak yayımlanmıştır. XX. yüzyılın başlarında, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından şekillenmeye başlayan, ilk kez 1917’de Guillaume Apollinaire tarafından sözcük olarak dillendirilen, 1924’te Andre Breton’un birinci Sürrealizm Manifestosu’nda (Manifeste du surrealisme) genel hatlarıyla tanımlanan, iki savaş arası döneme damgasını vuran ve 1966 yılına kadar kısmen etkisini sürdüren #Gerçeküstücülük, #LouisAragon, #RobertDesnos, #PaulEluard, #PhilippeSoupault, #SalvadorDali, #MaxErnst gibi yazar, şair ve sanatçıları bir araya getirmiştir. Gerçeküstücülük, klasik yazı, kavrayış ve aktarma biçimlerini, kuralcı akılcılığı reddederken otomatik yazıyı, bilinçdışı, rüya ve hayal gücünü, anlamlandırılabilen rastlantısallığı, gerçeğin farklı izdüşümlerini yüceltir. Bu doğrultuda, şiirle karşılaştırıldığında, yazarına tanıdığı özgürlük alanı daha kısıtlı, kuralları daha keskin olan roman türü, akımın içinde tartışmalı bir konumda yer almıştır. Dolayısıyla, bu akım doğrultusunda yazılmış ve Nadja’nın da aralarına dahil olduğu romanlar, alışılagelmiş roman biçimlerinden farklılaşma, yeni anlatım teknikleri, gerçeğe dair yeni algılar oluşturma amacıyla kaleme alınmıştır. Gerçeküstücüler için roman “bir keşfin anlatısını önermelidir. Görünümlerin ötesine bir geçiş olan roman, bu görünümlerin hem sakladığı, hem gözler önüne serdiği hem de görünmez hale getirdiği saklı anlama doğru bir ilerlemedir, içinde yaşadığımız dünya, bir işaret ağı gibi algılanır.”[1] Gerçeküstücü kahraman ise “dikkatini, sadece anlamsızlığın kendisinin görüldüğü noktada anlamın doluluğunu ortaya çıkaran bu işaretlere yönlendirecek kişidir.”[2] Düzyazı aracılığıyla aktarılan bu keşfin ayrıcalıklı mekânını oluşturan ve gerçeküstücü romanda ayrıcalıklı bir yere sahip olan[3] Paris’te dolaşmaya gelince, bu yürüyüş “uzak ülkelere yapılan bir gezinin, bir araştırmanın modern biçimi olarak kendini gösterir; ama her şeyin anlam kazandığı bu macerada tuhaf olan gerçeküstünün ve rastlantı esirgeyici olanın yerini alır. Olağanüstü olan, herhangi bir tanrının ya da dogmanın yardımı olmaksızın, gündelik gerçeğin içinde gelişir.”[4]
Söz konusu keşfi ve yürüyüşü aktaran romanlardan biri olan Nadja, birinci tekil kişinin ağzından yazılmış, Breton ile Nadja arasında yaşanan aşkı merkez alan ve çeşitli resim ve fotoğraflarla tamamlanan, yarı otobiyografik bir metindir. Roman, deneme tarzına daha yakın duran ve anlatıcının Lafayette sokağında Nadja ile karşılaşmasını haber veren bir bölümle başlar. Söz konusu kısım, 1918-1927 yılları arasına tarihlenir ve uzamsal olarak Paris ile 1927 yılında romanın yazıldığı Varengeville-sur-Mar’daki Manoir d’Ango arasına konumlanır:
Başlangıç noktası olarak 1918’e doğru oturduğum Pantheon alanındaki Hôtel des Grands Hommes’u, bir sonraki aşama olarak da, kararlaştırıldığı üzere, 1927 Ağustosunda bulunduğum Varengeville-sur-Mar’daki “Manoir d’Ango”yu, rahatsız edilmek istemediğim zaman kalma olanağı sağlanan, bir ormanın yanı başında çalılıklarla yapay şekilde gizlenmiş bir kulübede, ayrıca istediğim kadar puhu kuşu avlamakla oyalandığım (Nadja’yı yazmak istediğim andan itibaren başka türlüsü olası mıydı?) Manoir d’Ango’yu ele alacağım.[5]
Anlatıcı için Nantes ile birlikte Fransa’nın “başı(na) kayda değer şeyler gelebileceği izlenimine kapıldı(ğı)”[6] tek şehri olan Paris yine anlatıcının “tasarlayabildi(ği) şekliyle yaşamı(nın) en ilginç epizodlarını”[7] anlatmayı amaçladığı bu metnin başlangıç noktasını oluşturmasının yanı sıra bilinmezin biçimlendirdiği, gündelik yaşamın parçası haline gelmiş olmasına rağmen çekiciliğini ve gizemini koruyan mekânlara ev sahipliği yapar:
Bu arada, benimle Paris’te karşılaşacağınıza ve ikindiye doğru, Matin’in basımeviyle Strasbourg Bulvarı arasındaki Bonne-Nouvelle Bulvarı’nda gidip geldiğimi görmeden üç günden daha çok geçirmeyeceğinize emin olabilirsiniz. Gerçekten de, ayaklarımın neden beni oraya sürüklediğini, belirli hiçbir amacım olmadan, bunun (?) orada geçeceği gibi şu belirsiz veride karar kılarak hemen hemen her zaman neden oraya gittiğimi bilmiyorum. Bu hızlı parkurda, benim için zamanda da, mekânda da bir çekim kutbu oluşturabilecek – hatta haberim bile olmadan – hiçbir nesne göremiyorum. Hayır; çok güzel ve çok gereksiz olan Saint-Denis Kapısı bile değil.[8]
Benzer bir çekim ve gizem, anlatıcının Nadja’dan önceki gündelik yaşamının uzamsal sınırlarını çizen bu güzergaha dahil olan, oldukça izbe, sıradan ve vasat ama buna karşın görülmeye ve gidilmeye değer olarak betimlenen iki Paris tiyatrosunda – Theâtre Moderne ve Theâtre des Deux Masques – sergilenen oyunlarda da kendini gösterir. Theâtre Moderne’de “olağanüstü güzel bir kadın” tarafından söylenen ezgi -“Yüreğimdeki yuva hazır/Ve yalnızca geleceğe açılır./ Hiçbir şeye pişman olmadığıma göre / Gelebilirsin sevgili eşim. (Değişik şekli: Gelebilir sin yeni aşk)[9]” ve Theâtre des Deux Masques’ta sergilenen Les Detraquees başlıklı oyunda sahnede beliren kadın – “Gözlemlediğimiz yüz aydınlanır. Sonsuzluk karşısında. Çok güzel bir kadın, kapıyı vurmadan içeri girer. Bu, odur. Ona sarılan kolları hafifçe iter. Esmerdir, kumraldır, ne bileyim işte. Gençtir, cansızlık, umutsuzluk, incelik, acımasızlık okunan gözleri çok parlaktır”[10] – Nadja’nın gelişini müjdeler gibidir.
Romanın ilerleyen kısımlarında, anlatıcı tarafından yine bulvarlar ve sokaklarla sınırlandırılan güzergâhlar ve çekim güçleri ve uyandırdıkları gizem ile gündelik yaşamın sıradanlığını parçalayan mekânlar, Nadja ile anlatıcı arasındaki aşka eşlik edecek ve anlatıcının Nadja’ya yüklediği anlamlar doğrultusunda hem anlam kazanacak hem de söz konusu anlamların oluşmasına ön ayak olacaklardır. Bu mekânlar bir yandan sergilenen oyunun – Nadja’nın romanda ortaya çıkışı, “Nadja’nın sahneye girişi” olarak belirtilir”[11] – dekorunu oluştururken diğer yandan oyun/ anlatı kişilerinin eşlikçileri olarak, bu kişilerin zihinlerini etkileri altına alacaklardır.
Anlatıcı ile Nadja (gerçek hayattaki ismiyle #LeonaDelcourt) 4 Ekim 1926 yılında Lafayette sokağında, anlatıcının hiçbir olağanüstülük beklemediği, “son derece iç karartıcı ve aylak geçen”[12] ikindilerden birinde, ansızın karşılaşırlar:
Birden, benden on adım ötede, ters yönden gelen, çok yoksul giyimli genç bir kadın gördüm; o da beni görüyordu ya da gördü. Diğer gelip geçenlerin tümünün aksine o, başı dik yürüyordu. Öyle narindi ki ayakları ancak yürürken yere basıyordu. Belki de yüzünde belli belirsiz bir gülümseme dolaşıyordu. (…) Böyle gözler hiç görmemiştim. En kötüsüne hazırlanarak – bunu zaten kabul ediyordum – hiç tereddüt etmeden, tanımadığım kadınla konuşmaya giriştim. O ise gülümsedi ama çok gizemli bir şekilde; ben bunlara inanamazken, o her şeyi biliyor gibiydi.[13]
Bu karşılaşmayla birlikte, anlatının bu kısmı, 4 Ekim ile 13 Ekim arasına tarihlenir. Söz konusu kısımda başlangıç noktasını oluşturan uzam ise bu defa Lafayette ile Faubourg sokaklarının köşesindeki Nouvelle France adlı bardır. Buluşmalar her seferinde Paris’in çeşitli semtlerindeki yürüyüşlerle son bulur. Bu yürüyüşler sıklıkla önceden belirlenmemiş ya da nedeni bilinmeyen bir biçimde yürüyüş sırasında değişmiş güzergâhlarda gerçekleşir. Bu yürüyüşler esnasında çifte, Breton’un 5 Ekim’deki buluşmalarında Nadja’ya vermek üzere yanında getirdiği iki kitaptan biri olan Les Pas Perdus (Yitik/Kayıp Adımlar) eşlik eder. Kitabın başlığı, çiftin zihnini etkisi altına alan ve kendilerini içinde buluverecekleri öngörülemez mekânlara doğru yönelimlerini tanımlamak için yeterlidir. Bu yürüyüşler sırasında Paris bir yandan iki yüzünü, yeraltı ve yerüstündeki görünümlerini sergilerken diğer yandan esrarengiz, ürkütücü ve mistik bir havaya bürünür. 6 Ekim tarihindeki buluşmalarında çift, buluşma noktalarının isminin çağrıştırdığının tersine – Nouvelle France (Yeni Fransa) – kendilerini Paris’in tarihi merkezinde, kraliyet döneminin simgesel yapıları arasında bulurlar. O andan itibaren görkemli binaların altından geçen karanlık dehlizlerin hayali, yanlarında beliren ürkütücü sarhoşun varlığıyla bir araya gelerek Nadja’yı bütünüyle etkisi altına alır. Kafası karıştığından, Saint-Louis Adası’na gitmek isterken Dauphine meydanına yönelen Nadja, yürüyüşlerinin henüz ilk aşamasında zihinsel olarak da kaybolmuştur:
Sarhoşun biri masamızın çevresinde dolandı durdu. Çok yüksek sesle, protesto eden bir ses tonuyla anlaşılmaz sözler söyledi. (…) Tatlı, meyva geldiğinde Nadja çevresine bakınmaya başladı. Ayaklarımızın altından, Adliye Sarayı’ndan gelen ve IV. Henri Oteli’nin çevresini dolaşan bir dehlizin geçtiğinden emindi. Burada daha önce geçen ve bundan sonra da geçecek olayların düşüncesiyle allak bullak oldu. Bu sırada yalnızca iki üç çiftin karanlıklar içinde yitip gittiği yerde, kalabalık bir topluluk gördüğünü sandı. “Ya ölüler, ya ölüler!” Sarhoş adam iç karartıcı şakalarını sürdürdü. (…) Sanırım buralardan gitmenin tam zamanıydı. Nadja’nın rıhtımlar boyunca tir tir titrediğini hissettim. Gerisin geriye Conciergerie’ye gitmemizi o istedi. (…) Dehliz düşüncesi onu terk etmemişti; hiç kuşkusuz, Nadja kendini onun çıkış noktalarından birinde sanıyordu. Kendi kendine Marie Antoinette’in maiyetinde kim olabileceğini soruyordu.[14]
Dehlizlerle başlayan, esriklik, ölüm ve Marie Antoinette’in hayaliyle devam eden yürüyüşün geri kalanında anlatıcı ve Nadja, yine aynı kafa karışıklığı ve tuhaf hislerin eşliğinde Louvre’a, oradan da Seine Nehri’nin etrafından Tuileries’ye doğru ilerler. Zamansal ve uzamsal sınırların belirsizleştiği, dış dünyanın iç dünyalarını ele geçirdiği bu yürüyüşün son durağı olan Saint-Honore sokağındaki bardan da, Nadja’nın gördüğü bir mozaik şeridi yüzünden telaşa kapılması nedeniyle çıkarak, ertesi gün başlangıç noktası olan “Nouvelle France”ta buluşmak üzere ayrılırlar.
4 Ekim ile 13 Ekim arasına yayılan bu buluşmaların şehre dair sunduğu çoklu imgelem, yürüyüşler boyunca anlatıcının, Nadja’ya ilişkin çelişkili, bulanık izlenimlerine kaynaklık eder. Âşık olduğu kadının gerçekte kim olduğu sorusu, Nadja’nın yaşamına dair sıradan ve bayağı ayrıntılar ile – Paris’te birlikte olduğu erkekler, kızı hakkındaki bazı sözleri, anlattığı günlük olaylar – anlatıcının zihninde oluşturduğu imge dâhilinde yanıtlanması neredeyse olanaksız bir soruya dönüşür. Tıpkı, kentin yürüyüşler esnasında sunduğu işaretlerin bütünüyle anlamlandırılabilir, açıklanabilir ve ifade edilebilir bir keşfe olanak tanımamaları gibi, Nadja’ya dair tutarlı bir betimleme oluşturabilmek de olası değildir. Dolayısıyla kentin yaydığı işaretler ile anlatı kişilerinin kente ve birbirlerine dair algıları arasındaki karşılıklılık aynı anda hem olağanüstü ve sıradan, hem yakalanabilir hem de ulaşılmaz olabilen bir gerçeklik yaratır. Örneğin, 11 Ekim’deki buluşmalarına kadar tuhaflığı ve büyüleyiciliği yüceltilen Nadja, söz konusu gün anlatıcının gözünde oldukça sıradan ve sıkıcı bir görünüme bürünür. Buna koşut olarak, anlatıcının yürüyüşleri sırasında gördükleri de sıradanlaşır:
Üstelik Nadja da geç geldi; ondan olağanüstü beklediğim hiçbir şey yoktu. Yollarda yan yana ama, birbirimizden çok uzak durarak dolaştık. (…) Restoran kapılarındaki menüleri okuduğunu ve bazı emek adlarıyla kelime oyunları yaptığını görmek sinir bozucuydu. Sıkılıyordum. Magenta Bulvarında Sphinx-Hotel’in önünden geçtik. Nadja, Paris’e geldiği günün akşamı orada kalmaya karar vermesine neden olan ışıklı tabelayı gösterdi.[15]
Romanın sonlarına doğru, Nadja’nın sahneden çekilmesinin ardından, anlatıda kendisinin varlığına eşlik eden son yer ise Fransa’nın güneydoğusunda yer alan Vaucluse akıl hastanesidir. Nadja, Breton ile ayrıldıktan bir süre sonra, kaldığı otelde – Cheroy sokağındaki Theâtre Oteli – sergilediği tuhaf hareketler nedeniyle Vaucluse akıl hastanesine kapatılmıştır.
Breton’a gelince yazar, Nadja’nın kayboluşundan sonra, 10 Ekim’de Nadja’ya söz vermiş olduğu üzere — “Andre?… Andre?…. Benimle ilgili bir roman yazacaksın. Seni temin ederim. Hayır deme. Dikkat et: Her şey zayıflar, her şey yok olur. Bizden geriye bir şeylerin kalması gerek ,..”[16] – 1927’de Manoir d’Ango’da Nadja’nın romanını yazmaya koyulur. Yazar, “Nadja’nın ayaklarının dibinde dalavereci bir köpek gibi uzandığını”[17] bildiği gerçekliğe yeniden ulaşmak için ise “işe, bu öykünün de göndermiş olduğu birçok yeri yeniden görmekle başla(r)”[18].
Sonuç olarak, Nadja her ne kadar Breton ile Nadja arasındaki aşkı anlatsa da, Paris romanda, en az anlatı kişileri kadar vazgeçilmezdir. Romanda gerek isimleri gerek fotoğraflarıyla yer alan pek çok sokak, bulvar, heykel, anıtsal binalar, büst ve tabela, Breton’un deyişiyle bu öykünün gönderdiği pek çok yer ve parça, hayal gücünün etkisi altında ve hayal gücünü etkileyerek öznel birer çekim alanı oluştururlar. Böylelikle Paris, roman kişilerini kolaylıkla etkisi altına alabilen ve yönlendirebilen bir işaretler ağı oluşturur ve “bildiğim bütün zevklerin, duyumsadığım inceliklerin, çekimlerin, başıma gelen ve yalnızca benim başıma gelen olayların ötesinde, yaptığımı gördüğüm birçok hareketin, yalnızca benim başıma gelen ve yalnızca benim duyduğum heyecanların ötesinde, farklılaşmamın nelerden oluştuğunu, hatta neye bağlı olduğunu öteki insanlara göre daha çok bilmeye çabalıyorum”[19] diyen yazar için, sonsuz varyasyonlara sahip güzergâhlar sunar. ■
—————–
* Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı.
[1] Philippe Forest, Le mouvement surréaliste, Librairie Vubert, Paris, 1994, s. 108.
[2] a.g.y., s. 108.
[3] Breton’un romanı dışında, Louis Aragon’un Le paysan de Paris (Paris Köylüsü) ve Philippe Soupault’nun Les Dernières Nuits de Paris (Paris’in Son Geceleri) başlıklı romanlarının uzamı da Paris’tir.
[4] Philippe Forest, a.g.y., s. 109.
[5] André Breton, Nadja, çev. Sevgi Tamgüç, Babil Yayınları, İstanbul, 2001, s. 20.
[6] a.g.y., s. 24.
[7] a.g.y., s. 18.
[8] a.g.y., s. 26.
[9] a.g.y., s. 34.
[10] a.g.y.,s. 37.
[11] a.g.y., s. 54.
[12]a.g.y., s. 55.
[13]a.g.y., s. 56.
[14]a.g.y., ss. 68-69.
[15]a.g.y., s. 86.
[16]a.g.y., s. 82.
[17] a.g.y., s. 89.
[18]a.g.y., s. 128.
[19] a.g.y., s. 10.#AndréBreton #AndreBreton #nadja #Paris #çağrıEroğlu #BirinciDünyaSavaşı #GuillaumeApollinaire #SürrealizmManifestosu #Lafayette #kahramanVeKentParis #Sayı28 #aragon
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.