Roman Kahramanları
Ali, AYNALAR: MASALLARA AÇILAN KAPILAR
-
Ali, AYNALAR: MASALLARA AÇILAN KAPILAR
HAFIZANIN LABİRENTİNDE BİR YOLCULUK: EVE DÖNMENİN YOLLARI*
Makale Yazarı: Esra Kılıç
*Bu makale Roman Kahramanları dergisi (Ekim/Aralık 2017) 32. sayıda yayımlanmıştır.
Eve dönmenin yolları Şilili genç yazar Alejandro Zambra’nın 2011 yılında basılan üçüncü romanıdır. İngiltere kökenli dünyaca ünlü Granta dergisi tarafından 2010 yılında İspanyolca yazan en iyi 22 yazar arasında gösterilen Zambra bu son romanında başkahramanı aracılığıyla hem eserin yazım sürecine okuyucunun eşlik etmesini sağlıyor hem de çocukluk anıları üzerinden Şili’nin yakın tarihine dair kesitler sunuyor.
Aslında bu kitabın iki başkahramanı olduğunu söylemek yanlış olmaz; roman dokuz yaşında bir çocuğun gözlerinden anlatılan ve 1980’lerin ortalarındaki Şili’den karelerle başlıyor ancak ikinci bölümle beraber yer, zaman ve en önemlisi de kahraman değişiyor. O küçük çocuğun, kitabın asıl başkahramanının yazmakta olduğu romanın başkişisi olduğunu anlamak bir anda anlatılan hikâyenin #kurmaca olduğu gerçeğiyle yüzleştiriyor bizi. Zambra’nın başkahramanının otuzlu yaşlarında bir #yazar olduğunu ve üzerinde çalıştığı romanına dair kuşkuları, yorumları, izlenimlerini not ettiği bir günlük tuttuğunu görüyoruz. Zambra üst kurmacadan faydalanarak bir yandan başkahramanının yazmakta olduğu romandaki hikâye ile okuyucuyu, ülkesinin yakın geçmişine küçük bir yolculuğa çıkarıyor bir yandan da yine onun aracılığıyla yazma sürecinin kendisini sorunsallaştırıyor.
Zambra’nın romanının yazar-kahramanı ile onun kurgusunun kahramanı arasında sıkı bir #otobiyografik bağ mevcut. Dolayısıyla bu ikisini birbirinden kesin sınırlarla ayırt etmek pek mümkün değil. Dört bölüme ayrılmış olan romanın birinci ve üçüncü kısımları başkahramanın yazmakta olduğu kitabın anlatısıyken ikinci ve dördüncü bölümler ise bu anlatıcı-yazarın kendi güncel yaşamından, eski kız arkadaşından, anne babasından, çocukluk ve ergenlik dönemi anılarından ve kitabının yazım sürecinden bahseder.
Zambra 1985’te anlatısı başlayan ilk hikâye ile 2010 yılında geçen yazar-kahramanın hikayesi arasındaki zamanda sıçramalar yapar. Kitabın roman yazarı kahramanının yazınına malzeme olan şey belleğin gizli köşelerindeki anılardır. Hafızasının labirentinde çıktığı yolculukta ikincil bir rol oynadığı, o zamanlar çocuk gözlerle anlamaktan oldukça uzak olduğu tarihsel süreci belki de yeniden kurmak ister kafasında. İkincil bir rol diyoruz çünkü tüm anlatılanlar aslında doğrudan onun değil; çevresindeki dünyayı meydana getiren diğer başka herkesin ve her şeyin hikayesidir. #Pinochet diktatörlüğü zamanının militanları, kurbanları, suç ortakları ya da basit seyircileri olmuş bir kuşağın, yani o dönemi doğrudan yaşamış bir kuşağın üyesi değildir kahramanımız ama o kuşaktan bir ailenin çocuğudur. Yazar-kahramanımızın kurgusundaki küçük kahramanımız da anne babasının, tuhaf komşuları #Raúl’un, #Claudia’nın hayatlarının, çocuk dünyasında anlamlandırmakta güçlük çektiği siyasal, dini kimliklerin, diktatörlüğün hikayesinin gözlemcisidir. Ancak bu gözlemi özel ve güzel kılan en önemli ayrıntı, onun bir çocuğun bakışı ve algısıyla ifade edilmiş olmasıdır.
İlk bölümde yazar-kahramanımızın yazdığı romanın başkişisi, henüz dokuz yaşında bir çocukken 1985 yılında Şili’de meydana gelen #deprem gecesine dair anılarından ve gözlemlerinden bahseder. O gece aynı zamanda komşuları Raúl’un yeğeni Claudia ile tanıştığı gecedir. Anlatıcı artık bir yetişkindir ancak olup bitenleri ya da hissettiklerini o yaştayken kendi üzerinde bıraktığı etkiyle aktarır. Yıllar sonra geçmişi hatırladığında Claudia ile olan durumu şu sözlerle ifade eder: Claudia on iki yaşındaydı, bense dokuz, bu yüzden arkadaşlık etmemiz imkansızdı. Ama biz arkadaş olduk ya da öyle bir şey. Sürekli konuşuyorduk. Bazen bu kitabı sadece ve sadece o konuşmaları hatırlamak için yazdığımı düşünüyorum. (1)
Anlatıcı, deprem gecesi ve sonrasında yaşadıklarını hatırlarken bir yandan bir çocuk olarak düşündüklerini anımsar; bir yandan da o zaman olup bitenlerin aslında ne anlama geldiğini bir yetişkin gözüyle çözümlemeye çalışır. Olup bitenlerin çocukluk/ yetişkinlik döneminde algılanması ve anlamlandırılması arasında büyük farklar göze çarpar. Bu farklılıkları ortaya çıkaran en önemli etken, yaşamın bu iki farklı evresi arasında odak noktasını oluşturan olay ve durumların arasına giren ve kapanması imkânsız olan mesafelerdir.
Raúl mahallede yalnız yaşayan tek kişiydi. Birinin yalnız yaşamasını anlamakta güçlük çekiyordum. Bana kalırsa #yalnızyaşamak bir tür ceza olabilirdi ya da bir hastalık. (…) Komşuyduk, bir duvarı ve bir sıra çalıyı paylaşıyorduk, ama aramızda koca bir mesafe vardı. Mahallede Raúl’un Hristiyan demokrat olduğu söyleniyordu, bu bana ilginç gelmişti. Dokuz yaşında bir çocuğa birinin #Hristiyandemokrat olmasının neden ilginç gelebileceğini açıklamak şimdi zor. Belki de Hristiyan demokrat olmakla yalnız yaşamanın hüznü arasında bir bağ olduğuna inanıyordum. (2)
Yıllar sonra kahramanımız tıpkı Raúl gibi yalnız yaşayacak; çocukken #hüzünlü bulduğu o hayat biçimini kendisi de tecrübe edecektir. #Çocukkahramanımız esasen çevresinde olan biten, büyük ölçüde gerçek anlamlarını çözemediği olayların tanıklığını üstlenir. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi durumun onun çocuk dünyasındaki ifadesi ise televizyon eğlencelerini zaman zaman bölen Pinochet’nin konuşmalarıyla sınırlıdır. Politik, ideolojik, sosyal kimliklerin ve rollerin şekillendirdiği yaşamların kıyısındaki çocukluk günlerine yıllar sonra geri dönüp bakması melankolik bir hava katar anlatısına. …Pinochet’ye gelince, benim için televizyonda belli bir yayın saati olmayan bir programı sunan bir ekran yüzüydü, izlediğimiz şeyin en güzel yerinde araya giren sıkıcı #ulusaseslenişler yüzünden ondan nefret ediyordum.3 1973’ten 1990 yılına kadar ülkeyi #dikta rejimiyle yöneten Augusto Pinochet’nin, ülkedeki birçok insanın kaderine yön vermiş olan diktatörlük döneminin dokuz yaşındaki bir çocuk için anlamı bu satırlarda anlattığından fazlası değildir. Dikta dönemine yetişkin gözlerle bakan birinin anlaması imkânsız bir çeşit özgürlüğü ve rahatlığı da barındırır çocuk kahramanımızın yaşantısı. Nitekim bu çarpıcı gerçeği yıllar sonra şu sözlerle ifade eder roman kahramanı:
Bugünden bakınca o zamanlarda sahip olduğumuz özgürlüğü pek de iyi kavrayamıyorum. Bir diktatörlükte yaşıyorduk, cinayetlerden ve suikastlardan, olağanüstü halden, sokağa çıkma yasağından bahsediliyordu, ama bütün bunlara rağmen hiçbir şey beni günümü evden uzakta başıboş geçirmekten alıkoymuyordu. #Maipúsokakları o zamanlar tehlikeli değil miydi? Geceleri evet, gündüzleri de öyle, ama yetişkinler ya kibirden ya da saflıktan ya da kibir ve saflık karışımı bir duyguyla bu tehlikeyi görmezden geliyormuş gibi yapıyordu: huzursuzluk yoksulların meselesi, iktidarsa zenginlerin işi diye düşünüyormuş gibi yapıyorlardı ve hiçbiri ne yoksuldu ne de zengin ya da en azından o sokaklarda o zamanlar henüz kimse öyle değildi. (4)
Ait olduğu orta sınıfa ait insanların diktatörlük karşısındaki duruşunu bu şekilde tanımlar kahramanımız. O dönemi yaşayan bu #ortasınıf insanlar için deyim yerindeyse ne etliye ne sütlüye bulaşmadan, mümkün mertebe sakin ve olağan bir yaşam sürme çabası olarak da algılanabilir bu durum. Geleneği, kökleri olmayan bir orta sınıf olarak niteleyecektir sonraları bu insanları. Kahramanımızın ailesinin ve mahalledeki diğer insanların, komşuları Raúl’ün birtakım siyasi olaylara karıştığından şüphe ederek onu tuhaf ve tekinsiz bulmaları bir bakıma anlaşılabilir bir durumdur. Çocuk kahramanın Claudia ile olan ilişkisinin başlangıcını ve devamlılığını sağlayan şey, Claudia’nın isteği üzerine onun Raúl’u gözleyip takip etmeye başlaması ve onun yaptıklarını Claudia’ya rapor etmesidir. Bu takibe artık gerek kalmadığı zaman ise Claudia ile ilişkileri sekteye uğrar ve birbirleriyle görüşmeden geçen aylar sonunda Raúl’un ve Claudia’nın aynı günlerde mahalleden gitmesiyle ilk bölüm son bulur.
Kahramanın anlattığı her şey, eksik, parça parça olan geçmişini tüm yapmaya çalışma çabasıdır bir bakıma. Ancak tüm bu çabaların sonunda yalın gerçeğin ayırdına varacaktır. Yaşam esasen bu küçük anların ve hatıraların toplamından başka bir şey değildir. Hafızamızda bazen gelişigüzel bazen bile isteye seçerek toplayıp bir araya getirdiğimiz bu anlar ve anılar hayat serüvenimizi oluşturur.
Zambra’nın romanının ikinci bölümünde birden o ana dek anlatılan hikayenin kurgu olduğu gerçeğiyle yüzleşir okuyucu. Esas roman kahramanımız, yazdıkları, romanındaki karaktere verdiği ismin uygunluğunu, iki çocuk karakterin yıllar sonra karşılaşmasının roman açısından yaratacağı etki hakkında kendi kendine tartışır.
Roman yavaş yavaş ilerliyor. Sanki varmış ya da bir zamanlar var olmuş gibi Claudia’yı düşünüyorum. İlk başta adından bile emin değildim. Ama benim kuşağımdaki kadınların yüzde doksanı bu ismi taşıyor. Adının böyle olması yerinde. Kulağa bıktırıcı da gelmiyor. Claudia. Kahramanlarımın soyadlarının olmaması çok hoşuma gidiyor. Ferahlatıcı bir durum. (5)
Yazar-kahramanımız bu bölüm boyunca yazın sürecini gözden geçirir. Romanının oluşum sürecine etki eden ayrıntıları düşünür; nasıl yol alması gerektiğine karar vermeye çalışır. Bu bölüm onun süregelen hayatının yanı sıra, yazmakta olduğu romandan bağımsız olarak kendi gerçek çocukluk yıllarına dair hatıralarını ve izlenimlerini de aktardığı bir günce olur. Bu anlatım sayesinde okuyucu yazım süreci üzerine düşünürken ve yazar-kahramanın haklı veya haksız olduğu noktaları tespit etmeye çalışırken bulur kendini
Kahramanın özellikle çocukluk dönemini anımsadığı ve aktardığı kısımlarda anlatıya derin bir nostalji egemen olur. Bilip anlamalarının imkansız olduğu derin meselelerin içinde büyümüş; ancak olup bitenlerin içinde ancak ikincil bir rol oynamaya mahkum olan bir nesli temsil eder kahramanımız. Diktatörlük en acı sonuçlarını verirken, tüm karmaşa ve huzursuzluğun içinde dahi yaşam akıp gider ve insan her şeye rağmen en sıradan günlük eylemlerini sürdürür. Söz konusu olan çocuklar olduğunda bu gerçeklik daha da somutlaşır. Büyükler öldürürken ya da ölürken biz bir köşede resim yapıyorduk. Ülke paramparça olurken biz konuşmayı, yürümeyi, peçeteleri katlayarak kayık ve uçak yapmayı öğreniyorduk. Roman örülürken biz yok olmak için saklambaç oynuyorduk.6 Aynı mekan ve zamanda farklı gerçeklikleri olan yetişkin ve çocukların bir aradaymış gibi görünen ama asla kesişmeyen dünyaları dışardan bakılınca absürt bir görüntü oluşturur.
Yazar-kahramanımız şimdi ile geçmiş arasında gidip gelirken zaman zaman da yazmakta olduğu romanıyla ilgili çıkmaza düşer. Çocukluk anılarına bu denli sıklıkla başvurması romanıyla kendi yaşamı arasında kurduğu özdeşlikten kaynaklanır. Anımsamak, hatırlamaya çalışmak bir bakıma o günlere ait karanlıkta kalmış noktaları aydınlatma çabasından ileri gelir. Geçmişiyle bugününü ortak bir zeminde buluşturup uzlaştırmak gereğini hisseder sanki başkahramanımız. Bunu başarabilmek içinse hafızasının derinliklerinde başını sonunu bilmediği bir gezintiye çıkması gerekir.
Kahramanımız için çocuk olmak her gün, her an yeni deneyimlere açık halde bulunmayı da beraberinde getirir. Sorulan sorulara bilmiyorum demenin cahillik değil dürüstlük kabul edildiği, anlaşmak için çok fazla sözcüğe ihtiyaç duyulmayan özel bir dönemdir çocukluk ona göre. Tam da bu küçük ayrıcalıklardan ötürü bir çeşit özlemle anarız yaşantımızın o dönemini. Yetişkinlerin dünyasında durum son derece trajiktir. Yeni bir şeyle karşılaşmak hem çok daha zordur; hem de karşılaşılsa dahi çok zaman bunun çocuklar için ifade ettiği deneyim ve heyecanı yakalamak pek mümkün olmaz. Bu nedenle, çocukluğumuzu hep bir çeşit nostaljiyle anarız.
Romanın yazar-kahramanı çocukluk anılarına döndükçe zihninin bir yerlerinde muhafaza ettiği anılar da peşi sıra su yüzüne çıkar. Diktatörlüğün sona erip demokrasiye geçildiği zaman on üç yaşındadır ve artık arkadaşlarını, çevresindeki insanları tanımaya başlar; onların hikayelerinden haberdar olur. … #katledilen, #işkencegören, kaybedilen insanların çocukları. Ve cellatların çocukları. Zengin, yoksul, iyi, kötü çocuklar. İyi zenginler, kötü zenginler, iyi yoksullar, kötü yoksullar. Bunu böyle anlatmak çok saçma, ama olup biten hakkında aşağı yukarı böyle düşündüğümü hatırlıyorum. (7) Ailesini bu sınıflandırmalardan hiçbirine yerleştirememek, yani onları ne iyi ne kötü ne zengin ne fakir olarak niteleyememek alttan alta kahramanı rahatsız eden, ona utanç veren bir gerçeklik olarak kazınır hafızasına. Bu durumu bir bakıma kişiliksiz, ruhsuz bir duruş olarak görür ve ne iyi ne kötü olmanın aslında kötü olmakla aynı şey olduğunu düşünür. Yazdığı romanda ailesinden, çocukluğundan bahsetmesi onlara bir hikaye kazandırarak, onları yıllarca sürdürdükleri görünmez yaşamdan kurtarma girişimi gibi de algılanabilir. Romanını #yazmasürecinde geçmişe çıktığı yolculuğu daha somut hale getirmek istercesine ailesinin yanına, eski mahallesine döner ve hatıralarının izlerini artık çok değişmiş olan sokaklarda ve aile evinde bulmaya çabalar. Kız kardeşinin, kitabında neden kendisine yer vermediğini sorması üzerine bu durumu onu koruma amaçlı yaptığını anlatır. Anne babasına benzeyen karakterlere yer vermesi ise başkahramanın bir çeşit onlarla hesaplaşma yöntemidir. Çocukluğunda ne olduğunu anlayamadığı olayların içinde ikincil bir rol oynamaya mahkum olmuş biri olarak sıranın anne babasına geldiğini düşünür. Herhalde meydana çıkma sırası onlara geldi. Verdiklerinden azını alma, orada ne aradıklarını pek de anlamadan bir maskeli baloya katılma sırası. Ama bunların hiçbirisini ablama söylemeyi beceremiyorum. (8)
Üçüncü bölümde anlatı, tekrar yazar kahramanın yazmakta olduğu hikayeye döner. Aradan yıllar geçmiş, ilk bölümdeki çocuk kahramanımız büyümüştür. İkinci bölümde bu romanın yazarının planladığı gibi Claudia ile yeniden karşılaşırlar. Bu karşılaşma yazarın da daha önce belirttiği gibi gereklidir. Okuyucunun Claudia’nın ve onun gibi birçoklarının, bir kuşağın hikayesini öğrenmesi için gereklidir. Bu bölümün neredeyse tamamı kahramanımızın Claudia’nın hikayesine tanıklık etmesiyle geçer. Genç kadının anlatma, geçmişin yükünü omuzlarından atma ihtiyacı kahramanımızın anlatısıyla giderilmeye çalışılır. Raúl’un Claudia’nın aslında amcası değil babası olduğunu, gerçek adının #Roberto olduğunu, Allende’nin partisinde aktif bir #militan olduğu ve ülkedeki diktatör rejimden ötürü birçok başka insan gibi sahte bir kimlikle, saklanarak, korku içinde yıllarca başka bir hayat yaşamış olduklarını öğrenmek kahramanımızda şaşkınlık yaratır gibi olsa da aslında bu hikayenin bir bakıma böyle olmasını beklediğini de fark eder. O zamanları yaşamış insanlar için şaşılacak olaylar değildir tüm bunlar. Büyüdükçe hikayeler de karmaşıklaşır; kahramanımız çocukken bir biçimde dışında tutulduğu ülkenin gerçeklerinin farkına varmaya başlar. Arkadaşlarının hemen hepsinin ailelerinde var olan ölüm olgusunun onun yaşantısında yer etmemiş olması garip bir acı duygusunu barındırır kahramanımız için. Claudia ise ondan bu anlamda çok farklıdır. O henüz çok küçük yaşta diktatörlüğün hayatlarına yön verişini deneyimlemek zorunda kalmıştır; bu yüzden anlatmaya ihtiyaç duyar. Sanki büyüyüp gerçek bir yetişkin olması, yaşadıklarını acı duymaksızın anlatabilmesine bağlıdır. Kahramanımız içinse çocukluğuna tutunabileceği bir dal gibidir Claudia. Onun ölmediğini bilmek adeta çocukluğunun hala bir yerlerde kanlı canlı saklı durduğunu bilmenin bir yoludur. İkisinin de birbirine ihtiyacı vardır. Acı veren geçmişe saplanıp kalmak değil de ona yeni bir konum kazandırmaktır arzuları.
Kahramanımız yıllar sonra ikisini yeniden bir araya getirenin aşk olmadığını; eğer bir aşksa da olsa olsa #hatıraaşkı olduğunu düşünür. Çocukluklarında ancak yardımcı bir rol oynadıkları yaşamlarındaki sahneleri yeniden canlandırma ve bu şekilde havada asılı duran boşlukları doldurma arzusu egemendir ilişkilerine. Bunu başarmak için uzun uzun eski günlerden konuşur, kahramanımızın ailesini ziyaret ederek eski mahallelerinde anılarını canlandırırlar. Bu ziyaret bir çeşit aileyle hesaplaşmaya da dönüşür; tıpkı yazar-kahramanın kendi hayatında ailesiyle yaptığı gibi. Kahramanımız ailesini sessiz kalmakla, hiçbir şeye karışmayarak dolaylı olarak diktatörlüğe destek vermiş olmakla suçlar. Ancak ailesini geçmişle yüzleştirmeye çalışmanın ne kendine ne onlara bir yararı dokunmayacağını anlaması da uzun sürmez.
Claudia sonunda gitmeye, babasının ölümü nedeniyle döndüğü Şili’ye gelmeden önce yaşadığı Amerika’ya dönüş yapmaya karar verir. Ülkesine ve dolayısıyla eski günlere, çocukluğuna yaptığı yolculuğun ona nasıl bir etki yaptığından emin olmak mümkün olmaz. Tek açıklaması ise bu gidişin nedeninin aşk olmadığıdır; Claudia böyle olmuş olmasının çok daha kolay olacağını düşünür.
Dördüncü ve son bölümde ise yeniden yazar-kahramanımızın hayatına ve günlüğüne dönüş yaparız. Henüz bitmeyen romanını nihayet ayrıldığı sevgilisi #Eme’ye okutur. Kendinden ve Eme’den derin izler taşıyan ve asla bitiremeyeceği romanını şu sözlerle anlatır: Bu kitapta geçen bütün olaylar, yerler ve kişiler gerçek. Hiçbir şey hayal ürünü değil. Ne zaman romancı alışkanlığımla bir şey icat etsem, kendimi onu yok etmek zorunda hissettim. (9)
Yazar-kahramanımız günlerini kitabı ve Eme üzerine düşünerek geçirir. Onun kitabını beğenmeme olasılığı yazarımızı kitabı hiç yazmamış olma ya da yazmaktan vazgeçmeye iter ancak içten içe vazgeçmeyeceğini de bilir. Eme kendi hikayesinin hiç anlatılmamış olmasını tercih ettiği için tepkilidir ve en sonunda, zaten bitmiş olan ilişkilerini tümden kesmeyi teklif eder.
Kahramanımız düşündükçe bir şeylerin içinin boşaldığını, onlara anlam bulmanın güçleştiğini düşünür. Eskiden var olan saçma kuralları sevdiklerini, şimdiyse her şeyi anladıklarını, özellikle de bozgunu anladıklarını düşünür. Bir anda her şeyin tepetaklak olabileceğini fark etmenin esasen gerekli ve yararlı olduğunu fark eder. Belki de onu 1985 gecesi olan depremi anlatmaya iten şey bu duygudur. Çünkü bu gerçeği ilk fark ettiği ve ölümü ilk kez düşündüğü gün depremin olduğu gündür. Roman yine bir depremle sona erer ve döngü tamamlanır. Şehir kendini toparlamaya uğraşırken kahramanımız yeniden acıyı ve ölümü düşünür. Açık yüreklilikle, yoğun şekilde acıyı düşünüyorum. Bugün güneyde ölen insanları. Dünün, yarının ölülerini. Bir de bu mütevazı ve küstah, gerekli ve yetersiz tuhaf mesleği: hayatı bakarak, yazarak geçirmeyi. (10)
Alejandro Zambra Eve Dönmenin Yolları ile çocukluğu, aşkı, anıları, diktatörlüğü, acıyı, mutluluğu kısacası yaşama dair evrensel birçok konuyu naiflikle, sade ancak usta bir dille okuyucuya aktarmasını bilir. Üst kurmacadan faydalanarak iç içe geçirdiği iki farklı öyküyle yarattığı iki farklı kahramanın gözünden ulaşır bize. Yazarın yazar başkahramanının yazdığı romanı okurken kimi zaman buruk kimi zaman neşeli ama muhakkak bir gülümseme yerleşir yüzümüze. Diğer yandan yazarın yazım sürecine eşlik etmenin keyfini duyumsarız. Eve Dönmenin Yolları bir çırpıda okunup okuyucusunun zihninin bir köşesinde yerini alan, onu kendi çocukluğuna ve yaşamına dair anılarına döndüren başyapıt niteliğinde bir eser.
KAYNAK:
-Zambra, Alejandro, Eve Dönmenin Yolları, Çev: Çiğdem Öztürk, Notos Kitap Yay., 2013, İstanbul.NOTLAR:
(1) Zambra, Alejandro, Eve Dönmenin Yolları, Çev: Çiğdem Öztürk, Notos Kitap Yayınevi, 2013, s. 14.
(2) A.g.e., s. 17.
(3) A.g.e., s.20.
(4) A.g.e., s.22.
(5) A.g.e., s.49.
(6) A.g.e., s.52.
(7) A.g.e., s.61.
(8) A.g.e., s.74.
(9) A.g.e., s.134.
(10) A.g.e., s.145. #hafıza #hafızanınlabirentinde #Şililiyazar #İspanyolcayazan #çocuklukanıları #Şilitarihi #1980ler #yazarkahraman #yazarromankahramanı #üstkurmaca
Üzgünüz, hiçbir yanıt bulunamadı.